İbn Haldun Üniversitesi Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. İbrahim Vehbi Baysan, Mescid-i Aksa krizine dair önemli bir yazı kaleme alıyor.
15 Temmuz Cuma günü üç Filistinlinin açtığı ateş sonucu iki İsrail askeri öldürüldü. O günden beri İsrail’in eski Kudüs şehrine, dolayısıyla Mescid-i Aksa’ya girişleri kontrol altına alması, metal detektörleri koyması, üst araması yapması infiale yol açtı ve çıkan olaylarda resmi rakamlara göre 6 kişi öldü, yaralananların sayısını bilemiyoruz.
Dikkatle incelendiğinde olayları başlatan saldırı pek çok soruyu beraberinde getiriyor ve sanki biraz da şaibeli.
13 Temmuz Perşembe günü ikisi 19, biri 29 yaşında üç Filistinli eski Kudüs’ün o saatte pek işlek olmayan Bab as-Sahira adlı kapısından akşamüzeri şehre girdiler. Üçü bir arada yürürken kendilerinden biraz arkada ertesi gün kullanacakları silahları elindeki çantada taşıyan dördüncü bir şahıs daha vardı. Yollarına devamla al-Asbat Kapısı’ndan Hatta Kapısı’na doğru indiler.
Her üçü de Kudüs’ün kuzeyindeki Cenin ve Tayyibe bölgesinde yayılmış Jabariin aşiretinin çocuklarıydı, muhtemelen Umm Fahm’de ikamet ediyorlardı. Aşiret, ilim irfan sahibi üyeleriyle övünse de başı derde girmiş üyeleri ile de biliniyor. Örneğin, Tayyibe bölgesinde yıllar süren kan davaları 2014 yılında, kanaat önderleri, politikacılar ve üst düzey bürokratlardan oluşan ve Arapçada “Caha” denilen arabulucu heyetin önünde güçlükle sona erdirilebildi.
Kudüs ve Cenin arası Nablus üzerinden kuş uçuşu 72 kilometre olan yolu “normal” insanlar gibi bir saat civarında kat etmeleri gerekirken;
- Filistinli oldukları ve o güzergahta İsrail’in uluslararası her tür hukuku çiğneyip, bu yöndeki çağrılara asla kulak asmayıp arsızca yine Filistinlilerden çaldığı topraklara inşa ettiği “yerleşimler” bulunduğu,
- ve dahi, Arapçada “mustavtanat’”denilen bu yerleşimlerde binlerce illegal yerleşimci yaşadığından,
- ve dahi, “yavuz hırsız” misali, bu yerleşimcilerin güvenliği ön planda olduğundan,
- ve dahi, bu yerleşimcilerin İsrail’in sair şehirleriyle ulaşımının sağlanması gerektiğinden,
- ve dahi, kendi toprakları üzerine inşa edilmiş bu otoyolları Filistinlilerin kullanması yasak olduğundan,
- ve dahi, Filistinlilerin kullandıkları araçların plakaları bariz şekilde İsraillilerin kullandığı araç plakalarından çok daha farklı ve ayırt edilmesi kolay olduğundan,
- ve dahi, bu araçların İsrailliler için Filistinlilerin özel mülklerinden çalınarak yapılmış oto yollara çıkmaları kesinlikle yasak olduğundan,
- ve dahi, cüret edip bu yolu kullanmak isterlerse anında ateş açılıp öldürüleceklerinden,
- ve dahi, kendilerini öldürecek uzun sakallı, beyaz gömlekli, siyah pantolonlu, koca göbekli, eli silahlı katillerinden hesap sorulmayacağından,
- ve dahi, “benim üzerimde Rabbim var, ben ona tabiyim” anlamı taşıyan kippa takan bu dindar fanatikler, Filistinli vururlarsa İsrail’de kahraman olarak karşılanacaklarından…
yolculukları 220 kilometreye kadar uzuyor. Ve kontrol noktaları da hesaba katılırsa seyahat beş saate yakın sürmüş olmalı.
Yolculuk boyunca, toprakların asıl sahipleri sıcaktan bunalıp canları sıkılmasın diye (!) onlarca kontrol noktası konmuş, bu kontrol noktaları Filistinliler iradelerini hep güçlü tutsun diye (!) hakaret etmeyi kendilerine meslek edinmiş İsrailli askerlerle dolu, üstelik bu askerler her kontrol noktasında Filistinlilerin araçlarını tepeden tırnağa keyfi olarak arayabiliyor, hatta havalansınlar (!) diye aracın koltuklarını yerlerinden çıkarıp, tozu gitsin (!) diye de yerlere atıyorlar. Bu kadar zahmetten sonra o koltukları yerine takıp etrafa saçılanları da toplamak bir zahmet Filistinlilere düşüyor (!).
Dolayısıyla otomatik silahları Kudüs’e omuzlarına asıp getirmeleri pek olası değil.
Üç kişi geceyi Mescid-i Aksa’da geçirdikten sonra ertesi gün yani Cuma günü harekete geçtiler ve Cami girişinde nöbet tutan iki askeri avludan ateş ederek öldürdüler.
Ölen askerler Başçavuş Hael Sathawi, 30 ve Başçavuş Kamil Shanan, 22 yaşındaydı. Dikkat ettiyseniz her ikisinin de adı ve soyadı Arapça, zira her ikisi de Arap ve Dürzü. Hael, geride genç bir eş ve üç haftalık bir bebek bıraktı. Kamil, İşçi Partisinden milletvekilliği yapmış Shachiv Shanan’ın oğlu.
Mescid-i Aksa’ya benim gibi defalarca gitmiş olanlar bilir ki Mescid girişlerindeki İsrail üniformalı askerler aslında (genellikle Dürzü) Arap’tır, ana dilleri Arapçadır ve orada dükkânları olan esnaf dahi onların oradaki varlığından fazla rahatsızlık duymaz.
Saldırganlar eylemi gerçekleştirdikten sonra caminin avlusuna doğru kaçmaya başlıyor ve orada üzerlerine açılan ateş sonucu öldürülüyorlar.
Bu üç şahıs, orada nöbet tutan askerlerin Yahudi İsrailli olmadığını, hatta Müslümanlarla husumeti olmayan Dürzülerden olduklarını gayet iyi biliyordu. Öyleyse bu eylemin gerçek amacı ne idi? Dürzüler ile toplumsal gerginlik mi yaratılmak isteniyor?
Saldırganlar, askerleri öldürdükten sonra yollarına devam ederek elli metre ileride bulunan Ağlama Duvarı tarafına dönmüyor veya korumasında Yahudi İsrailli askerlerin olması çok daha muhtemel Yahudi Mahallesine (Jewish Quarter) da yönelmiyor.
Tam tersi, diğer İsrail askerlerinin üzerlerine kurşun yağdıracağını bile bile, Aksa’nın avlusuna doğru kaçıyorlar. Üstelik o avluda sadece ama sadece namazını kılmış Müslümanların çoluk çocuk dolaştığını bilerek bunu yapıyorlar.
Allah’tan o hengâmede kurşunlar, o esnada Mescid-i Aksa’da ibadet etmekten başka niyeti olmayan, saldırıyla hiçbir bağı bulunmayan masum insanlara isabet etmedi.
Eylemi düzenleyenler sonuçları öngörmediler mi?
Saldırganlar yine çok iyi biliyordu ki İsrail bu olay üzerine eski Kudüs çevresinde bir takım önlemler alacak, bunun üzerine Müslümanlar tepkisel gösterilere başlayacaklar, güvenlik güçleriyle çatışacaklar ve bu toplumsal olayların fitilini ateşleyecek.
Saldırganlar yine çok iyi biliyordu ki 2008 yılında Gazze’de kumsalda top oynayan çocukların yakınına önce şaşırtma bombası atıp ardından panik içinde kaçtıkları yöne asıl bombayı gönderip çocukların hepsini parçalayıp öldüren, birinci ve ikinci intifada sırasında gözünü kırpmadan yüzlerce genci öldüren, kadınları saçlarından yerlerde sürükleyen, ihtiyarları dipçikleyen… “şerefli” İsrail güvenlik güçleri hiç çekinmeden aynısını yine yapacaklar.
Gerilimin günlerdir tırmanarak devam etmesi sadece metal detektörlerinin konmasıyla açıklanabilir mi? Son derece kutsal, pür-u pak, sembolik öneme haiz, monumental bir ibadethane olan Mescid-i Aksa’ya silah sokulmaması herkesin hayrına değil mi?
Elbette öyle.
Ancak kronik hale gelmiş her sorunda olduğu gibi Filistin sorununda da mantık aramak beyhude. Asıl sorun, eski Kudüs’ü ve özellikle Mescid-i Aksa’ya giden bölümünü kimin kontrol ettiği ile alakalı. O yüzden İsrail’in metal detektör koymasına karşı çıkılıyor.
Eylemi düzenleyenler özellikle Arap dünyasında birer kahraman addediliyorlar, gerçekleştirdikleri eylem övülüyor, adlarına mersiyeler düzülüyor. İsrail polisinin servis ettiği görüntülerde Kudüs’e girişleri, dar sokaklarda yürüyüşleri, hedefe ilerleyişleri Arapça menkıbeler eşliğinde sosyal medyada gururla elden ele dolaşıyor.
Kudüs sokaklarındaki öfke giderek artıyor, şiddetin dozu yükseliyor.
23 Temmuz’da Amman’da İsrail Konsolosluğunda meydana gelen olaya kadar vardı iş. Uluslararası medya tam detaylarını bilmeden hemen “Amman’da İsrail Konsolosluğuna silahlı saldırı…” diye geçti haberleri. Zihinlerde, hep İsrailli öldürmeye hazır bir Arap yad a Müslüman portresi nakşedilmiş olduğu için, “zavallı” İsraillilerin “vahşi” Ortadoğu’nun başkentinde saldırıya uğramasından daha “doğal” ne olabilirdi?
Oysa işin iç yüzü tam da öyle değil: Çeşitli kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla bir İsrail güvenlik görevlisi, konsolosluk ikametgâhlarından birine tamir için gelen ve kendisine tornavidayla saldırdığını iddia ettiği 17 yaşındaki çocuğu (adı Muhammed Cevavde) ve mülkün sahibi Ürdünlüyü silahıyla gözünü kırpmadan vurup öldürmüş. Olay bu kadar basit, bu kadar sinsice. Bu kadar ahlaksızca ve bu kadar hoyratça! Bu arada, iki kişinin katili bu “zavallı” İsrailli öldürme işini gerçekleştirirken “hafif” yaralanmış. “Harcanan” mermilerin ücretini Ürdün’den talep ederlerse şaşırmamak gerek.
İsrail Dışişleri Bakanlığı resmi sitesi ,Viyana Konvansiyonu’na göre güvenlik görevlisinin suçlu sayılamayacağını, hatta sorgulanamayacağını dahi vurgulayarak derhal ülkesine dönmesine izin verilmesi gerektiğini söylüyor. Tedbir amaçlı konsolosluk çevresinde bekleyen Ürdün askerleri üzerindeki baskıyı giderek arttırıyorlar. ABD arabuluculuk görevini üstlenmiş, “Bibi” Netenyahu bu işi kendi yararlarına halledecekleri konusunda özgüvenlerinin tam olduğunu söylüyor.
Tüm uluslararası kuralları bu güne kadar hiçe sayan bu “medeni devlet” kuyruğu sıkışınca ve kendi işine geldiği zaman kuralları hatırlayıveriyor.
“Kılıçla yaşayan kılıçla ölür!” der bir İngiliz atasözü. Etrafında terör yaratan devletlerin bu sözü her daim hatırlamaları hayırlarına olur.