Bu dünya bir pencere
Bu hafta keyfim pek yerinde. Sağ olsun optisyen dostum Yusuf yeni gözlüklerimin geldiğini haber verdiğinde adeta “terliklerimle” kalkıp gidecektim. Zira hayatımda gerçekten de eksik bir şey var idi. Astigmatım artmış olacak ki bir süredir beyaz kağıda basılı hiçbir şeyi neredeyse okuyamıyor idim. Yeni gözlüğüm ile şimdilik aramız iyi. Allah kimseye dermansız dert vermesin, efendim. İnsanlığın camdan gözlüğe giden serüveninde katkısı olanları minnet, şükran gibi en ulvi duygularla yad ediyorum.
Gözlük benim hayatımın vazgeçilmez bir parçası. Issız bir adaya düşsem alacağım üç şeyden ilki. Hayatımın değiştirilemez, değiştirilmesi tıbbın, okulistiğin geldiği aşama itibariyle teklif dahi edilemez gerçeklerinden biri.
Üstelik gözlük benim için bir nevi de soy nişanesi. Rahmetli dedem de köyümüzde ilk gözlük takan kişiymiş, annem kendini “Gözlüklünün gelini” diye tanıtıyormuş gelin olarak geldiği bu muhitte.
Bendeniz ise gözlük takmaya 7 yaşında başladım. O güne kadar gözlük diye bir ihtiyacın varlığından haberdar değildim. Göremediğimi bile bilmiyordum. Tıpkı Platon’un mağara istiaresindeki sırtı mağara girişine yani güneşe dönük olduğu için gölgeleri gerçek sanan kişi gibi. Okula başladığım ilk hafta arkadaşlarımın boş tahtaya bakıp bir şeyler yazdığını evde komik bir şeymiş gibi anlattığımda, rahmetli annem bir sorun olduğunu anlamış ve beni göz doktoruna götürmüştü.
Sonuç hepimizi şoke etti. Gözlerim ileri derece bozuktu, tespit edilen gözlük numarası 10 idi. Hâlâ 10 numara gözlüklerim var, diye hem optisyen dostlarımı taltif eder, hem de gözlüklerimin numarasına esprili göndermeler yaparım.
Gözlük hayatıma öylesine girmişti ki “gözlüksüz rüya göremiyorum” diyerek gözlüklerle uyuduğumu hâlâ hatırlıyorum.
Gözlük camlarımın kalınlığı ilkokulda pek çok iddiayı kazanmama sebep olmuştu. Gözlükleri yüksek bir yerden aşağıya bırakıp kırılmadığını ispatlamam arkadaşlarımı hayretlere gark etse de, oluşan çiziklerden ötürü gözlük camlarım adeta buzlu cama dönmüştü. Optisyen Vedat Ağabey’in gözlükçü dükkanını sıklıkla ziyaret etmemiz biraz da bu yüzdendi.
Ahir zamanda yaşıyoruz efendim, bugün gözlüğü iş olsun diye; entelektüel, bilgili ya da ciddi gözükmek için takanlar var. Dört göz diye alay edilmemiş, çocukluğu cehenneme çevrilmemiş olanların bugün gözlükle hava atmalarına acayip bozuluyorum. Onların bu oyununu bozmak, ipliklerini pazara çıkarmak için birkaç sıkı tüyo vereceğim.
Gerçek bir gözlüklü ile, bunu bir aksesuar olarak kullananları nasıl ayırt edebilirsiniz?
Bir kere gözlüğü aksesuar olarak kullanan birinin gözlüklerini her daim temiz görürsünüz. İkincisi çoğunlukla, gözlük camlarını temizlemek için yanlarında bez bulundururlar.
Yine gözlüklülerin geliştirdiği çok önemli yetenekler vardır. Bunlardan biri de gözlük takılıyken yüz yıkamak.
Eğer biri gözlüklerinde cam damlaları ile yanınıza geldi ve sizin için çok rahatsız edici bu ayrıntının farkında bile değilse, gerçek bir gözlük kullanıcısı olduğuna hükmedebilirsiniz. Bir başka tüyomuz da gerçek gözlük kullanıcılarının, gözlük camlarının çizik olduğunun asla farkında olmamalarıdır.
Esas tüyoyu en sona bıraktım. Turnusol kağıdı niteliğindeki bu ölçütü şöyle özetleyebilirim: gerçek bir gözlüklü gözlük camlarının kirli olduğunu kabul etmeyecektir! Şu diyaloglar gerçek bir gözlüklü ile aranızda mütemadiyen vuku bulabilir:
“Gözlük camların kirlenmiş”
“Yok ya hu gayet iyi görüyorum”
“Ne iyi görmesi abi, buzlu cam gibi ya.”
Uykudan uyandığında yanı başındaki gözlüğünü tek hamle ile gözüne götürüp, takabilen gerçek gözlüklülerden kim kaldı?
Gözlüklülerin şu serencamında, uygarlığımızın tekamül merhalelerinin bir minyatürünü görmek mümkündür.
Kendisi de hakiki bir gözlüklü olan Mahatma Gandhi kendisine mikrofon uzatılsa, muhtemelen gözlüklerini önce bir düzeltip, ardından şunları söyleyecekti:
Önce seni parmakla gösterirler,
Sonra seninle alay ederler,
Sonra gözlük almak için birbirleriyle yarışırlar
Sonra gözlük üreticileri kazanır.