Yusuf’un Mısır’ı öldürüldü
Mısır’ı evvela tarih kitaplarından okudum. Ehramlar, firavunlar, Nil, İskenderiye Feneri, Kleopatra, köleler, papirüs, hiyeroglif, Dikilitaş, İkinci Ramses, Amon Ra, Tutankamun, Memlükler, Fatımiler, Selahaddin Eyyubi, Yavuz Sultan Selim, Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Hıdiv İsmail, Kral Faruk...
Sonra dini kitaplardan.
Musa, Harun, Yusuf, Bünyamin, Yakup... (A. S.)
Züleyha, Asiye, hatta Keremkani... Sihirbazlar, yılanlar, Asa-yı Musa, ejderha, kurbağalar, çekirgeler, Beni İsrail...
Muhteşem!
Ama karmakarışık.
İlk merhum Ali Şeriati seslenmişti ehramların inşaatında ölesiye çalıştırılan kölelere.
“Ey dostum” diye hitap ediyordu Şeriati “Sen mezarlar için kurban edilirken biz saraylar için kurban edildik.”
“Ey dostum, kainatın yarısını, belki de tamamını kontrol altında tutan bir düzenin egemen olduğu bir toplumda yaşıyorum. İnsanlık yeni bir kölelik kalesine sürülüyor.”
Ehramların ihtişamı değil, kölelerin ihtişamı.
Tarihin bu tarafına bakabilen insanlar ne kadar istisnai!
Musa’ya boyuna yalan söyleyen, boyuna vaadinden dönen firavun.
İktidar kavgalarından birbirlerini boğazlayıp duran Fatımi sultanları.
Hani, nerede Yusuf Aleyhisselam’ın adaletli ve merhametli ‘Melik’i?
İyi şeyler, göz açıp kapanıncaya kadar parlayıp sönecek mi geçmişte ve gelecekte?
Seyyid Kutub’un, Hasan el-Benna’nın hayatlarında, eserlerinde, başka türlü bir Mısır gördüm.
Asil, medeni, faziletli, fedakar, şehit...
Zulmü de gördüm, Mısır zindanlarını, firavun mirası işkencelerini.
Mısır’a gidişlerimde iyi adamların izlerini aradım.
Bana rastlamadı.
Rastladığımı sandığım zamanlarda da yanıldım.
Bir gevşeklik, bir zevzeklik, bir üçkağıtçılık.
Bir din görüntüsü var ama sanki ticari meta olarak...
Bu mu Mısır?
Ben görememişim.
Sessizmiş, derinlerdeymiş, ama varmış.
Sonradan, Rabiatü’l Adeviyye’de gördük ‘öteki Mısır’ı.
Yaşatmadılar.
Toplarıyla, tanklarıyla, tüfekleriyle ezdiler.
Firavun’un Mısır’ı Yusuf’un Mısır’ını hak ile yeksan etti.
Sisi’nin Mısır’ı Hasan el-Benna’nın Mısır’ını Nil’in bulanık sularında boğdu.
Mısır, uzun zamandır ilk defa onun devrinde İsrail’in bir uzantısı olmaktan çıkmıştı.
Olur muydu, Mısır ordusunun müsamahası altında devrim?
O kadar olabildi.
Mursi’nin ölümü bu hazin öykünün içindeki acı, yakıcı fasıllardan biridir.
Mursi, Mısır için Yusuf’un Mısır’ı olma fırsatıydı.
Öldürüldü.
İşkence etmişler midir Mursi’ye?
Zeynep Gazali’nin hatıralarını okudunuz mu?
Oradaki işkenceleri yapan, Mursi’ye de, başkalarına da yapar, ne mani var?
Bir hastanın tecritte tutulması, tedavi edilmemesi, bile bile, yavaş yavaş ölüme götürülmesi işkencenin, cinayetin en adi şekillerinden değil midir?
Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tunus’ta Gannuşi, Malezya’da Azize İsmail, Katar’da Emir Hamid el-Sani... Başka ses yok.
İran Dışişleri sözcüsü de taziyede bulunmuş. Hiç yoktan iyi. Ama yakışırdı İran’a daha üst düzey bir açıklama.
Öteki Arap rejimlerinin temsilcilerinden bir güzel kelam sadır olmaz Mursi’nin şehadetine dair.
Mursi’nin adı onlara kendi kötülüklerini hatırlatır.
Sadece sessiz hüzünler, yutulan hıçkırıklar işitebiliriz, kıyıdaki, köşedeki garip Müslümanlardan.
Çünkü, Müslüman Kardeşler oralarda illegal.
Barışçı ve yaygın bir organizasyondur İhvan.
Ama Daeş her zaman kullanışlıdır. Daeş’in, Kaide’nin kanlı resimlerini gösterip İhvan’ı, yani gerçek olanı, barışçı olanı linç edersiniz.
Başarılı bir ilim adamıydı Mursi. Mühendis, metalürji doktoru.
Şeytan, senin ilmini ne yapsın, kendi işine yaramadıktan sonra.
Hafızmış da... Diyor ki, “Hücreme Kur’an-ı Kerim girmesini yasakladılar ama onu 30 yıl önce hıfzettiğimi unuttular.”
Allah Rahmet etsin.
‘Tarih, bir gün hakikati yazacak’ kabilinden cümleler kurmak isterdim.
Güvenmiyorum tarihe.
Tarih, her zaman iyileri arkadan vurma potansiyeli taşıyor.
İyiliğin sessizliğine güveniyorum.
Ahirete güveniyorum.