Yolsuzluk kaldırıldı
Yolsuzluk” cazip bir kelime. Siyasetçiler yolsuzlukla mücadele edeceklerini, ‘hortum’ları keseceklerini söylemekten hoşlanıyorlar.
(Sonra, bakıyorsun hortumların uçları kesilmiş, hortumlar başka abilere bağlanmış!)
Biz toplum olarak ‘başkasının yolsuzluğu’ ile ilgilenmeye daha yatkınız.
Ve eğer mücadele edeceksek başkasının yolsuzluğu ile mücadele etmeye…
Kendi yolsuzluğumuzun kurcalanmasını sevmeyiz.
Diyelim birisi kurcaladı.
İç savunma mekanizmalarımız, geleneksel tevil aygıtlarımız tıkır tıkır çalışır.
“Bizimkiler ceplerine koymuyor.”
“Bizimkiler rüşvet almıyor, bağış alıyor.”
“Bizimkiler almasa ‘öteki’ler alacak.
“Yolsuzluğun olmadığı hükümet mi var? Herkes yaptı yolsuzluk.”
En ileri aşama: “Yolsuzluğu söylemeyin, ötekiler duyar.”
‘Öteki’nin yolsuzluğunu söyleyelim mi?
Söyleyin, söyleyin, sevaptır.
Bir de numunelik, “Reis’in haberi yoktur” söylemi.
Bunu piyasadan haberi olanlar pek kullanmıyor. Kafasının karışmasını istemeyen, can sıkıcı haberleri sinek kovar gibi kovan kendi halinde garibanlar kullanıyor.
İhale verdiğin bir iş adamına belediyenin kullanımı için mesela üç tane minibüs aldırmak yolsuzluk mudur?
Ya da senin yakınlarının yönettiği bir vakfa hatırı sayılır miktarda bağış yaptırtmak?
Böyle işlerin şeffaf, kaydedilebilir, denetlenebilir süreçlerde yapılmaması arada haksız bir işlem, haksız bir kazanç yoksa bile yolsuzluktur.
Neden minibüsleri belediye kaynaklarıyla, bütçeden almıyorsun?
Mesela, ihaleyi daha düşük fiyata vererek kamuya kazanç sağlayabilir, o kazançla belediyeye minibüs alabilirsin.
Mevzuat karışık, böyle daha kolay oluyor.
Mevzuatı düzeltin o zaman?
Neden iş adamını başka bir vakfa değil de senin yakınlarının ya da dostlarının vakfına bağış yapması için yönlendiriyorsun?
Ya da bağış yaptırtma adama, işi daha düşük fiyata yaptır?
Biz böyle yolsuzluklara ‘yolsuzluk’ deme lüksüne sahip değiliz.
Bunun bizim lügatimizdeki adı hayır, hasenat!
İsveç’te falan olur, bir siyasetçinin devletin tahsis ettiği kredi kartıyla çikolata parasını ödedi diye adli takibata uğraması.
(Biliyorsunuz, meşhur Toblerone davası. İsveç SDP Genel başkanı Mona Sahlin’in başına gelmişti.)
Siyasetçilerin, kamu görevlilerinin nüfuzlarını kullanarak ucuz tatil yaptı, ucuz uçak bileti temin etti diye istifa etmek zorunda kalması da ‘elin gavuru’na mahsus.
Ayrıca çikolata parası da neymiş! Bizim bakanlar öyle şeylere tenezzül etmez.
Kendi bakanlığına dezenfektan satarsın olur biter!
Peki bir arazinin imarını yükselterek zaten zengin olan bir kişiyi birkaç misli daha zengin etmek yolsuzluk mudur?
Bu işlemlerin ikmal edilmesi için taraflar arasında teati edilen emtia?
Kamuya ait olan bir araziyi imara açarak bir iş adamına, mesela bir turizmciye tahsis etmek?
İhaleyi alan iş adamına işe elini sürmeyen ama kârı paylaşan ortaklar tayin etmek?
Hiç duymadım.
Yakinimiz bir profesörü rektör yapmak için birkaç günlüğüne kanun değiştirmek?
O da değil.
O da yolsuzluk değilse yok o zaman yolsuzluk.
“3 Y ile mücadele” diye bir laf vardı Ak Parti’nin yeni kurulduğu sıralar.
3 Y: Yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar.
Ak Parti’nin kuruluş günlerinde ve iktidardaki ilk yıllarında sık sık tekrar ediliyordu bu hedefler.
Artık söylemiyorlar.
Bugün durumumuz şudur:
Üç Y’den yoksulluk dimdik ayakta duruyor.
Eskisinden daha derin.
Yasakların bazısı kalktı ama yeni yasaklar ihdas ederek yasak stoklarımızı muhafaza ettik.
Ya yolsuzluk?
Yolsuzluk kaldırıldı.