Yoğunlaştırılmış kötülük
Kötülüğün yoğunlaştırılmış hali. Bu ne olabilir? Kara deliklerin maddeyi yoğunlaştırdığı, koca koca gezegenleri adeta presleyip toplu iğne başı kadar küçülttüğü söyleniyordu. Öyle bir şey mi?
15 Temmuz nasıl bir şey diye sorduğum zaman. ‘kötülüğün yoğunlaştırılmış hali’ cümlesiyle karşılaşıyorum.
Nerede? Kendi kafamın içinde.
Belki vardır böyle bir hal. Yani fizikte de vardır.
İnternette ararken Bose-Einstein Yoğunlaşması diye bir şeyle karşılaşıyorum. Bu yoğunlaşmayı Hintli Satyendra Bose ile Einstein birlikte bulmuşlar. ‘Mutlak sıfır’a yakın sıcaklıkta moleküler hareketin durma noktasına geldiğini atomların kümelenerek tek bir ‘süper atom’a dönüştüğünü tespit etmişler.
Maddenin bu hali süper akışkan bir özellik taşıyormuş. Öyle ki, bu haldeki madde, “İçinde bulunduğu kabın kenarlarından tırmanıp dışarıya taşabilir hatta kabın sahip olduğu molekül büyüklüğündeki boşluklardan dışarı sızabilir”miş.
Tırnak içine aldığım son cümleyi okumasam, yani maddenin bu derece kaygan hale geldiği tespitini görmesem, ‘yoğunlaştırılmış kötülük’ bahsini bu kadar uzatmazdım.
Baksanıza, her tarafa sızabiliyor, kabın içinden yukarı doğru yerçekimini hiçe sayarak tırmanabiliyor.
Maddenin en kaypak hali...
Sızıntı!
Fetö yöntemlerine, Fetö karakterine ne kadar uyuyor!
‘Yoğunlaştırılmış kötülük’tü 15 Temmuz.
Kumpaslar, hileler, yüze gülüp arkadan vurmalar, her tarafa, devlete, askere, işyerine, aileye sızmalar.
Gözüne kestirdiği aileye gelin sokuyor, damat sokuyor, ele geçiriyor, düşünebiliyor musunuz?
Masallarda bile rastlamadım böyle karmaşık kötülüklere. Alamut’a yakıştırıyorlar ama birkaç değişik kitaptan okudum, Alamut, Hasan Sabbah, bunların yanında eski Yeşilçam filmleri kadar sade.
Allah rızası için haksızlık ediyorsun. Allahu Teala’ya düpedüz iftira atmaktan, her türlü adiliğe, yavşaklığa Hazret-i Peygamber’i -haşa- alet etmekten utanmıyorsun.
Senelerce bunu yaptılar, yaptılar, yaptılar.
Aman ne güzel, aman ne canım cicim! Okullar, dualar, rüyalar, gözyaşları, hıçkırıklar, gevşek gevşek tebessümler, kırıtmalar, saygılar, sevgiler...
Ama herif bir taraftan benim telefonumu dinliyormuş.
Ya da bir başkasına tuzak kuruyormuş.
Yüzüne güldüğü işadamını kumpas kurup hapse atıyormuş.
Gazetesine abone olmayan, cemaatine kurban bağışlamayan esnafa vergi memuru, zabıta gönderiyormuş.
Yargıçmış da Allah rızası için haksız cezalara hükmediyormuş. Öğretmenmiş de, memurluk sınavında benim oğlumun kızımın hakkını yiyormuş.
Biz, bu zümre sayesinde mevcut olabileceğini asla düşünemeyeceğimiz kötülüklere şahit olduk.
15 Temmuz o kötülüklerin zirveye çıktığı noktaydı.
Zirveye çıktığı ve zirveden indirildiği.
Kabus gibiydi o gece.
En acısı da şehitlerimiz.
‘Onların şehitliklerine layık olabildik mi’ diye soran oldu mu hiç?
O gece gördüğümüz kötü rüya hayra tebdil edildi.
Büyük bir belayı savuşturduk.
Eğer savuşturabildiysek...
‘Eğer’ diyorum iki sebebi var.
Birisi, ahtapotun kolları biraz budanmış gibi görünüyor ama gövdesi hala ayakta ve hala iş görüyor.
Himayeye mazhar olanlar var. Parası çok olan, adamını bulabilen kurtulmayı beceriyor.
(Bu arada yoksullar da var. Kimisi Fetöcü falan da değil veya fırsat bulsalar tevbe edecekler. Belki hak etmedikleri halde acı çekiyorlar.)
İkincisi, Fetö, ahlakıyla, kumpasıyla, başka pis yöntemleriyle bir kötülük geleneği oluşturdu.
Bu gelenek, cemiyete adeta hulul etti.
Tuhaf bir şekilde, siyasette, ticarette, bürokraside yaygınlık kazandı.
Bütün toplumumuzun ahlaki kalitesi birkaç puan düştü.
Bu büyük ihanetin bir yan tesiri olarak, dinin bütün tezahürleri büyük itibar kaybına uğradı.
Bu savuşturulabilir mi?
Silkinebilir miyiz?
Kendimizi onarmaya mecalimiz kaldı mı?
Kendimizi onarmaya cesaretimiz kaldı mı?
Savuşturmaya niyet var mı? Yoksa ‘Fetö’den öğrendiğimiz kâr’ havasında mıyız?
Kendimizi ‘düşmanın silahıyla silahlandık’ mı farz ediyoruz?
İşte, hislerim böyle 15 Temmuz’un üçüncü sene-i devriyesinde.
Allah hepimizi ıslah etsin.