Yaşarken unutulmayı hak etmemişti...
Ankara’daki şair arkadaşlarımın şiirlerine dair yazılarımda şimdikinden çok daha güzel, bize has bir Ankara’mız olduğundan bahsetmişimdir.
Neresiydi o Ankara?
Bizim evdi, Süleyman Özdil’le, Cemal Şakar’la, Ali ve Üzeyir Sali’yle, Hüseyin Bektaş’la… 70’lerin sonundan 80’lerin ortalarına kadar ikamet ettiğimiz.
Demetevler’deydi evimiz.
Hiçbir tarafı güzel değildi Demetevler’in.
9-10 katlı çirkin apartmanların içinde şehri işgal eden çirkinliği bize unutturan arkadaşlarımız vardı.
Şehri sevmiyorduk, arkadaşlarımızı seviyorduk.
Ramazan’ların (Dikmen) evi, Mustafa’ların (Yılmaz) evi, Zeki’lerin (Ertürk) evi, Ömer’lerin (Lekesiz), Ahmet’lerin (Şirin) evi.
Sonra kitabevleri… Akabe, Fatih.
Dergiler… Nuri (Pakdil) Bey’in Edebiyat’ı. Rasim, Alaattin, Erdem, Akif ve Cahit abilerin Mavera’sı.
Ahirete göçenlerin hepsine Rahmet olsun.
Belki birkaç ev birkaç mekân daha ekleyebilirim ‘bizim Ankaramız’a.
Her mekânın ve her insanın yazılacak çok hatırası var. Ama bugün niyetim o hatıralara uzun uzadıya dalmak değil.
Şu anda bilhassa vefatını iki gün önce şair dostum Arif Dülger’in gönderdiği mesajdan öğrendiğim Yaşar Kaplan için açtım bu bahsi.
Üzüldüm vefatını öğrenince.
Gurbette, yalnız, türlü yoksunluklar içinde ölmesine daha çok üzüldüm. Biraz gergin, biraz huysuz bir ağabeydi Yaşar Kaplan. Aylık Dergi’yi çıkarıyordu.
Edebiyat gibi tabloid boy üçüncü hamur kâğıda basılan kapaksız bir dergiydi Aylık Dergi.
Bizi ilk yakalayan ön sayfasına koyduğu ayet mealleri miydi?
Olabilir.
Ya da aynı evde yaşadığımız arkadaşlarımızın şiirlerine, öykülerine gösterdiği yakın ilgi mi?
Cemal Şakar’ın ve Necip Tosun’un ilk öykülerinin Aylık Dergi’de yayımlandığını hatırlıyorum.
Hüseyin Bektaş’ın, Ali Sali’nin, Üzeyir Sali’nin ilk şiirlerinin de…
Sonradan Cafer Turaç müstearını tercih eden Turan Korkmaz da Aylık Dergi’de yazıyordu.
“Ağlama babey boğulacağım/Asi diye dergâhtan kovulacağım” mısralarını hiç unutmadığımız Sabah Kara da…
Ahmet Kekeç, Yavuz Ay, Nurettin Durman, Arif Dülger.
Hafızamı yoklasam daha birçok isim bulabilirim.
Bu kadar şair ve öykücü Aylık Dergi’den geçtiyse demek bir okuldu orası.
İyi öykücüydü Yaşar Kaplan.
“Sanatçı çağının tanığıdır” denilir ya sanat hakkında söylenecek başka cümle bulmakta güçlük çekildiğinde.
Söze bir şey demiyorum, söz doğru.
Burunlarının dibindeki gerçeği görmeden, alemde hiçbir şey olmuyormuş gibi çağına tanıklık etmeyen şeyler yazıp duran sanatçılar bu sözden alınsa memnun olurum.
Yazıldığı dönemin, 70’lerin, 80’lerin tanığıydı Yaşar Kaplan’ın öyküleri.
En çok da bizim kuşağımızın açmazlarını, hallerini, muhasebesini yapan Sıfır Üç Depremleri.
Kitapları şu anda elimin altında olmadığı için Yaşar Kaplan’ın öykülerinde ne yaptığına dair tafsilata giremiyorum.
Bir ara, kitaplarını önüme koyup bunu yapmak isterim.
Unutulmaması gereken bir sanatçıydı, bunu teslim etmem gerekir.
Sonraları Ankara’dan ayrıldı Yaşar Kaplan. İstanbul’da Bu Meydan dergisini çıkardı.
Bizim de irtibatımız hemen hemen koptu.
12 Eylül’ün baskılarının henüz devam ettiği günlerde Fatih Kitabevi’nde otururken Yaşar Kaplan’ın Demokrasi Risalesi’ni bir solukta okuduğumu hatırlıyorum.
Cesur bir çıkıştı Demokrasi Risalesi.
Rejimin ikiyüzlülüğünü, çelişkilerini, hatta komikliklerini etkili bir dille anlatıyordu.
O günlerde kimse öyle bir kitap yazamazdı.
(Şimdi de yazamaz.)
Bu kitaptan mahkûm edildiğini hatırlıyorum.
Sonra Almanya’ya gitti.
Yalnızlık, yoksulluk, yoksunluk çekti.
Bu dünyanın onun için vefakâr olduğunu söyleyemem.
‘Bu dünya’ lafına onun mektebinde okuyanların bir kısmı dahil edilebilir.
Sanki hayattayken unutuldu.
Bence unutulmayı hak etmemişti Yaşar Kaplan.
Nakısaları yok muydu?
Varsa da onlardan bahsetmenin yeri burası değil.
Allahu Teala onu da bizleri de bağışlasın.