Üzeyir’in ‘Yakılmış Şiirler’i
Birkaç hafta önce Hüseyin Bektaş’ın ‘Geç Gelen Hüzün’ü vesilesiyle bahsettiğim Demetevler 8. Cadde 9/25 adresindeki balkonun efradından biri de Üzeyir Sali’ydi.
Şair çocuktu Üzeyir. Sanki gözlerinin etrafında, dudaklarının etrafında, saçlarında, omuzlarında mısralar uçuşurdu.
Fena halde romantik.
Gözleri dalar, dalar, dalar.
Sanki gözlerinin daldığı yerde bir şiir hayat buluyor.
Bunu şair arkadaşları arasında en iyi becerenlerden biriydi Üzeyir.
Şakir Kurtulmuş haber verdi ilkin. “Üzeyir’in şiirlerini bastım. Üzeyir kaybetmiş şiirlerini. Daha doğrusu bastıracak yer bulamayınca dosyasını yakmış.”
Nasıl yaktı acaba? Nerede yaktı? Sobaya mı attı yoksa çakmağı çakıp sayfa sayfa ateşe mi verdi şiirlerini?
Nasıl olsa bir gün karşılaşırız, anlatır, eğer bu yazıda sorduğumu görürse.
Sonra yeniden aramış bulmuş şiirlerini. Basıldığı dergilerin eski sayılarından toplayabildiği kadar toplamış.
Kitabın adını da ‘Yakılmış Şiirler’ koymuş. (Çıra Edebiyat.)
İlk baskısını yapabilseydi adını ne koyacaktı kitabın? Bunu da merak ettim.
“Hüzün Bültenleri” olabilir miydi mesela? Veya “İçli plaklar.”
Üzeyir’in şiirlerini arayıp, bulup bir araya getirmesine sevindim.
Tanıdığım, sevdiğim şiirler bunlar.
Yıkılasıya bir hüzün ve yıkılasıya bir aşk ne tarafından tutsan şiirlerini.
“Uzun saçlı dargın anlatımlı yüzünü bırak da gir kapılardan
Kuşlar alırlar sadaka gibi bırakırsan yüzünü kapılardan”
“Ağlamaya yatkın iki çizgi, yüzünün orda
Bırakılan iki veda mektubu gibi orda
Yüzünün orda ben gidince ıslanan iki güz yaprağı
Ama hep ıslanan, gelince de ıslanan iki güz yaprağı”
Şu mısraları çok iyi hatırlıyorum:
“Dur durul gönlüm üzgün düştün
Dizlerin yere gelsin
Yüzlerin yere
Daha yakınsın hüzne böyle”
Şunu da, yazıldığı günlerden biliyorum. Sonunda tarih var, 1981. Hepimiz 9/25’teyiz. Üzeyir İlahiyat’ta talebe. Şiirden belli değil mi?
“Ey üniversitem ey teoloji
Diz boyu rezilliğim ey
Günah işledim ellerimi doğradım
Seni
Ve cerahat olan bu yanlış tabutunu
Eşarp biçimi tükürebilirim işte
Ve işte ölebilirim
Damağımda yarım kalmış
Tüncina duası”
Tükürüğün niçin eşarp biçimi olduğu, teolojinin niye diz boyu rezillik olduğu, sır değil ama bizde saklı kalsın.
Aynı evdeyken ya daktilo edilmiş halini görüyordum şiirlerin ya da Aylık Dergi’de veya Mavera’da basılmış halini.
Mavera’yı herkes bilir de, Aylık Dergi unutulur diye korkarım.
Yaşar Kaplan’ın dergisiydi. Severdik o dergiyi de.
Az şair, az öykücü geçmedi Aylık Dergi’den.
Yaşar Kaplan uzun zamandır Almanya’da. Rahatsız olduğunu duydum, üzüldüm. Allah şifa versin.
‘Yakılmış Şiirler’i okuyunca, belki yanılıyorum, belki gözümden kaçtı, kitabın eksik olduğu, hafızamda bir kelimesi bir mısraı kalmış birkaç şiirin kitaba girmediği hissine kapıldım.
Mesela, “Hergele yerlerim” diye bir laf vardı, göremedim.
Kayıp mı oldu acaba?
Ama “Hadi G” kaybolmamış.
Kendi çapımızda, küçük bir gündemimiz vardı ve bu şiirin o günlerde bizim küçük gündemimizi sarstığını söyleyebilirim.
“Hadi G, saçlarını son bir üzünçle bağla
Önceden buralarda durmuş eski bir kuş gibi hazırlan
Son kez kapan geyik gözlü arkadaşlarına, ağlama
Bir kendini al yanına bir de kalbini
İkide bir bana doğru kırılan kalbini”
Ne güzel bir şiir ama...
Şiir, “Ah g, gücüm olsaydı ölmeye” mısraıyla son buluyor.
Bu şiirin tarihi de 80’ler.
Üzeyir’in 90’larda yazdığı tek tük şiirler de var.
Ama bence Üzeyir, ‘teoloji’den mezun olup Dursunbey’e giderken, şiirini de, şiirleri doğuran duyarlığı da Ankara Garı’nda rayların üzerine bırakıp gitti.
O buğulu, erguvani ‘hava’sını, naifliğini, çocuksu hallerini yanında götürebilseydi daha nice güzel şiirimiz olurdu.
Hem belki şiirlerimizi de yakmazdık.
Gel de hak verme Ahmet Şirin’e:
“Oğlum, madem gidecektiniz, niye geldiniz?”