Süt sulandı
Süte su katmak, biliyorsunuz, -artık yapılmadığını umduğumuz, ama yapılmadığından emin olamadığımız- bir esnaf hilesi.
Bir litre suya yarım litre su katarsanız bir buçuk litre olur.
Ne bir buçuk litre olur?
Süt mü su mu?
Şimdi, eğer başarabilirsem, süte su katmayı eğitimin kalitesiyle irtibatlandırmaya çalışacağım.
Bizim çocukluğumuzda Almanya’yı anlatırlardı. Derlerdi ki, “Almanya 2. Cihan Harbi’nde yerle bir oldu. Adamlar sanayilerini kurdular, dünyanın bir numaralı ihracatçısı oldular.
Halbuki biz 1922’de harpten çıktık. Şimdiye kadar bir harp, yıkım görmedik. Niye başaramadık?
Sonra Almanya’nın yerine Güney Kore’yi koydular.
1960’ta bizim kişi başına milli gelirimiz 500 dolar, Güney Kore’ninki ise 120 dolar. Bugün Kore’nin geliri 30 bin dolara çıktı. Bizimki 7-8 binlerde geziyor.
Neden acaba?
Burak Köylüoğlu’nun Strateji & Finans bloğundaki karşılaştırmalar işime yaradı.
1970’te bizim kişi başına gelirimiz 560 dolara çıkmış. Kore’ninki 280 dolar’a.
Onlar ikiye katlamışlar, üzerine de biraz ilave yapmışlar. Biz 10 senede ucuna ufak bir püskül ekleyebilmişiz.
1980’da aynı seviyedeyiz. Kore’nin de bizim de kişi başına milli gelirimiz 1800 Dolar.
1990’da karşılıklı olarak rakamlar: 3900’e 6500, 2000’de 4200’e 12000. Büyük rakamlar tabii ki Kore’nin kişi başına geliri.
Sonra biz 10 bine ulaşıyoruz ama Kore de 30 bine çıkıyor.
Peki bu nasıl oldu?
Askeri darbeler bizi yavaşlatmış olabilir mi?
Baktım, bizim başımıza gelen işlerin benzerleri onların da başına gelmiş.
1961’de (bizimkiyle hemen hemen aynı tarih) General Park Chung-hee darbe yapmış. Park’ın idaresi 1979’a kadar sürmüş.
1979’dan sonda da Kore’de darbeler, sıkıyönetimler devam etmiş. Yani bizden geri kalır tarafları yok.
O halde başka bir sebep olmalı.
Bir arkadaşım, “Biz Marshall yardımını vita yağı ve süt tozu olarak kullanmışız, aynı yardımlar Güney Kore’ye de gitmiş, onlar parayı eğitime yatırmışlar, işte sonuç gördüğün gibi” dedi.
Bu öykü bana mantıklı geldi.
Ama tarihi gerçeklikle örtüşüp örtüşmediğini anlamam lazım.
Birkaç kitap karıştırdım. Bir sürü makale okudum.
General Park’ın disiplinli yönetiminden bahsediyorlar. Ama ülkenin kalkınmasını önceleyen bir disiplin.
Bizdeki darbelerin ideolojik karakteri ağır basıyor. Bu yüzden, sivil siyasetin sağladığı nispi kalkınmayı darbeciler yönetimi devraldıkları süre içinde sıfıra irca ediyorlar.
Kore savaşından sonra uygulamaya koyulan eğitim reformlarından söz edenlere rastladım.
Bu eğitimin üretime yönelik sektörlere insan kaynağı oluşturmayı öncelediğini de gördüm.
Üretim yapmak için dövizle ithal ettiğin makinayı beş on yıl kullanabiliyorsun. Ama iyi yetiştirilmiş bir teknik elemanın verimlilik süresi en az 30 yıl.
Koreliler insana yapılan yatırımın daha karlı olduğunu bu kıyaslamayla mı keşfettiler bilmiyorum.
Onların üretime yönelik eğitimi yaygınlaştırdığı sıralarda biz mesleki eğitimin köküne kibrit suyu dökmekle meşgul olduk.
Geçen hafta okumaya başladığım ‘Uygarlıkların Batışı’ kitabında Amin Maalouf bizim Kore ile Türkiye arasında yaptığımız kıyaslamanın benzerini Mısır ile Kore arasında yapmış.
“1966’da, o dönemin dolarıyla kişi başına gelir Kore’de 130 dolar iken Mısır’da 164 dolardı. Elli yıl sonra rakamlar kabaca Güney Kore için 30 bin dolar, Mısır için 2500 dolar. İki ülke artık boksta aynı sıklette değiller.”
Güney Kore’nin “Mutlak önceliği eğitim kalitesine verdi”ğini “Bu sayede gezegenin en iyi eğitilmiş nüfuslarından birine sahip oldu”ğunu söylüyor Maalouf.
İnsana yapılan yatırımın çok önemli olduğunu herkes anlar. Bunun için taa Kore’den kanıt getirmeye gerek var mı?
Acaba anladık da, yanlış mı anladık?
Eğitimin kalitesini arttırmak yerine, eğitimi niteliksiz bir şekilde yaygınlaştırarak, sayıları çoğaltarak, vasıfsız lise mezunlarını, vasıfsız üniversite mezunlarını çoğaltarak vakit mi kaybettik?
Geçenlerde Prof. Dr. Kemal Gözler etraflıca yazmıştı, üniversitelerin ve üniversite öğrencilerinin sayısı arttıkça kalitesinin nasıl düştüğünü. (Akademinin Değersizleştirilmesi Üzerine, anayasa.gen.tr)
Bana bazen, İmam-Hatip okullarının neden eskisi kadar nitelikli olmadığını soruyorlar.
“Süte su katar gibi” diyorum, “nicelik çoğalınca nitelik azalıyor.”
İlk, orta, yüksek, meslek, hepsinde durum böyle.
Tabii ki süte su katınca süt çoğalmadı.
Süt sulandı.