Sübjektivitenin dibi
Bir gazeteci bir politikacıya hakaret etti.
Bu durumda yargı ne yapar?
Savcı, hakaret olarak yorumlanan sözü inceler. Suçun oluşup oluşmadığına bakar. Suç oluşmamışsa takipsizlik verir. Suçun oluştuğu kanaati ağır basıyorsa soruşturma başlatır. İddianame hazırlanır, dava açılır, hakimler davacıyı ve davalıyı dinler, delilleri inceler ve sonunda bir karara varırlar.
Kararı verirken adil olmaya çalışırlar.
Ben kabaca anlattım. İhmal ettiğim ayrıntılar olabilir.
Bu sürecin başka türlü işleme ihtimali de var.
Savcı gazetecinin hangi politikacıya hakaret ettiğine bakar.
İktidar mensubu bir politikacıya mı hakaret etmiş, muhalefetteki bir politikacıya mı?
Gazeteciye bakar. İktidara mı yakın muhalefete mi yakın?
Eğer hakaret muhalif basından bir gazeteci tarafından iktidardaki bir politikacıya yapılmışsa durum ciddi demektir.
Bunun hakaret kastı taşımaması mümkün değildir.
Üstelik iktidardaki politikacının zihninde ‘müspet’ bir iz bırakmak faydalı olabilir.
Ya iktidara yakın olan bir gazetenin yazarı muhalefetteki bir politikacıya hakaret etmişse?
Amaan! Onlar zaten her türlü hakareti hak ediyorlar.
Ama çok galiz ifadeler kullanmış, tevil edilir gibi değil.
Hmmm… Ağır eleştiri diyelim. Ağır eleştirinin memleket için faydalı olduğunun, politikacının mesleği gereği buna alışık olması gerektiğinin altını çizelim.
İyi ama, ‘ağır eleştiri’ye iktidardaki siyasetçilerin ihtiyacı yok mu?
Yok. Ağır eleştiri de hafif eleştiri de onları üzüyor.
Bir ucu siyasete dokunan yargı süreçleri, günümüzde, yukarıda kabaca anlattığım yollardan hangisini izliyor?
Bugünlerde ‘Dezenformasyon yasası’ Meclis’te. Belki geçmiştir bile.
Yasanın bir kısmı teknik sayılır.
Mevzuatta internet gazeteciliğiyle ilgili bazı boşluklar olduğu bir gerçek.
Twitter gibi, YouTube gibi, Instagram, Facebook gibi servis sağlayıcının yurt dışında olduğu sosyal medya platformları var.
Bazılarının Türkiye’de muhatapları bile yok.
O alanları yasal sistemin içine almak gerekebilir.
İnternette faaliyet gösteren gazeteciler var. Bunlar bazı haklardan mahrum olabilir. Basın İlan Kurumunun dağıttığı ilanları alamıyorlar, gazeteci sayılmıyorlar, basın kartı bile alamıyorlar,
Bunları da medeni bir şekilde düzene koymak lazım.
(Gerçi iletişim işlerine bakan kuruluş biraz sıkıntılı, benim basın kartımı bile kaç senedir yenilemedi. Hoş, yenilemezse yenilemesin, kendisi bilir.)
Sonra?
“Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” diye bir suç ihdas ediliyor.
“Yayılan haber gerçek değilse, ülkenin güvenliğini ve kamu sağlığını ilgilendiriyorsa, halk arasında korku, panik ve endişe oluşturma kastı varsa, kamu barışını bozmaya yönelik ise, aleni ise” haberi yayan 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.
Tam bir belirsizlik.
Yayılan haber kime göre gerçek değilse?
Gerçeğe göre mi hükümete göre mi muhalefete göre mi?
Güvenlik önemli tabii. Ama ortada bir kelime. Bari içine bir tarif koy.
Kamu sağlığını ilgilendiriyorsa…
Medya, salgın günlerinde devletin beyanlarında bazı çelişkiler yakalamıştı.
Şimdi devletin beyanlarıyla çelişen bir haberi yaparken iki kere mi düşünmemiz gerekiyor?
Ya devlet yetkililerinin tavrı kamu sağlığı açısından daha tehlikeliyse?
Halk arasında korku, panik, endişe oluşturma kastı varsa.
Prof. Dr. Naci Görür “Böyle bir yasa yerbilimciler için son derece tehlikeli” demiş. “Bilim insanlarının özellikle depremle ilgili uyarı ve öngörüleri kimi çevrelerce korkutucu ve panikletici olarak algılanıyor.”
Adamlar şimdi deprem ihtimaline karşı toplumu uyarırken bile acaba suçlanır mıyız diye tereddüt edecekler.
Bunların hepsi yoruma tabi maddeler.
Sübjektivitenin dibini bulmuşlar.
Yani birini suçlamayı kafana koymuşsan kaçarı yok.
Yargının siyasi etkiye bu kadar açık olduğu bir ortamda suçun oluşumuna dair unsurlar bu kadar muğlak bırakılırsa eleştirenler haklıdır.
Ayrıca, attığı tivit yüzünden insanlar şu anda da göz altına alınabiliyor, mahkûm edilebiliyor.
Yani kafana koyduğun zaman zaten istediğini yapıyorsun.
Şu mu ‘kanun koyucu’nun maksadı?
“İstediğimizi yapıyoruz ama daha kolay yapmak istiyoruz.”