Sindbad Çinli miydi?

Önce gelen sonra gelene bozuluyor ama çoğumuz göçmeniz.

Ya kaça kaça geldik ya kovalaya kovalaya gittik.

Sadece Oğuz boylarının hikayesini kastetmiyorum. Kuzeyiyle, güneyiyle bütün Amerika öyle.

Avrupa’da, Asya’da kimi kısa kimi uzun mesafeli göç hareketleri var.

Çin öyle değil. Çin, bir ulus vasfına sahip oldu olalı yerinde duruyor.

Kabiliyetli ve oldukça kurnaz bir millet.

Kendisini fethedeni dönüştürebiliyor.

Amin Maalouf’un ‘Labirent’ini (YKY) okurken, Maalouf’un mercek tuttuğu zaman diliminde başına en çok felaket gelen ülkenin Çin olduğunu görüyorsunuz.

“Toprakları uçsuz bucaksız, nüfusu görece türdeşti. Yüzyıllar boyunca akınlara ve istilalara maruz kalmış bu da Çin seddinin inşasını zorunlu kılmıştı. Ama fatihler sonunda ülkenin gerçekliği içinde eriyip gitmişler ve uygarlığının temellerini tehlikeye atmadan binlerce yıllık tarihine bir bölüm daha eklemekten öteye geçmemişlerdi.”

Büyük özgüvenleri var. Dünyanın merkezi kendi ülkeleri. Kendisini “Orta İmparatorluk” olarak görüyor. Hükümdarları “Göğün oğlu.”

Bu tabir zannediyorum “Tanrının yeryüzündeki gölgesi” tabiriyle akraba. Aklın yolu bir. İnsanlar kendilerini yöneten kudrete böyle göksel bir isim yakıştırma ihtiyacı duyuyor.

Cengiz Han’ın torunu Kubilay’ın hanedanı Ming hanedanı tarafından yıkılıyor. Prens Zhu Di 1402’de (Timur’un Ankara Savaşı’nın vaki olduğu sene. Timur, Çin’e sefer düzenlemeye hazırlanırken 1405’te ölüyor.) iktidarı zorla ele geçiriyor. Zhu Di Çin’e denizlerde hakimiyet sağlayacak büyük bir imparatorluk donanması inşa ediyor.

Şu pasaj bilhassa Müslümanlar açısından ilgi çekici olabileceği için 15. Yüzyıl başındaki bu hadiselere girdim. Ayrıca, takip eden paragraflarda benim için bir çeşit kültürel keşif var. Bilenler biliyordur, ben bilmiyordum.

“(Donanmayı inşa görevi) Zeng He’ye verildi. Buharalı, Müslüman ve altı kuşaktır kendilerini Moğol hükümdarların hizmetine adamış bir yüksek memurlar ailesinden gelen Zeng He’nin soyadı Ma He’ydi. “Ma” Çin Müslümanlarında sık rastlanan Mahmud ya da Muhammed’in kısaltması olan bir soyadıydı. Hem babası hem dedesi Ma Hajji diye biliniyordu, bu da ikisinin birlikte Mekke’ye Hac ziyaretinde bulunduklarını düşündürmektedir.”

Ma He 9 yaşındayken Çinliler tarafından vahşice hadım ediliyor. Sonra da Zhu Di’nin hizmetine veriliyor. Bir savaştaki kahramanlıkları sebebiyle İmparator ona Zeng He adını veriyor.

Birçok sivil görevin yanı sıra önemli askeri birliklerin komutası da ona veriliyor. Bu görevi sırasında ona “üç mücevherli” ya da “üç himayeli” anlamına gelen “Hadımağa San Bao” deniliyor.

San Bao boyları yüz yirmi enleri elli metreyi geçen gemilerden oluşan donanmayı inşa ettiriyor. Bu donanmayla 7 değişik ülkeye seyahat ediyor.

Kültürel keşif dediğim Denizci Sindbad’la ilgili.

“16. Yüzyılın sonuna doğru Luo Maodeng adında okumuş bir adam ‘Hadımağa San Bao’nun Batı’ya Seyahatlerinin Anlatısı” adında bir eser yazdı. Kitap denizcilerin ailelerinde korunmuş hatıralara ve yok edilmekten kurtulmuş belgelere dayanıyor ama kurmacayı da işe karıştırıyordu.”

“Dünya edebiyatında bu seferlerin yankısını kendi tarzında kalıcılaştırmış bir eser mevcuttur. Söz konusu eser denizci Sindbad’ın seyahatleridir. İlk bakışta bu imkânsız gibi gözükmektedir. Çünkü Bin Bir Gece Masallarındaki bu maceraların büyük Abbasi halifeleri devrinde, Zheng He’den altı yüzyıl önce cereyan ettikleri varsayılmaktadır. Bu soruna eğilen araştırmacılar 15. Yüzyıldan önceye ait yazmalarda Sindbad’dan hiç bahse rastlamamışlardır. Düşününce bu koşutluk akla yakın görünmektedir. Nitekim Sindbad ile San Bao isimleri arasındaki benzerliğin veya her ikisinin de yedi seyahat yapmış olmasının basit bir rastlantı olması pek mümkün gözükmemektedir.”

İpek Yolu’ndan sadece ipek gelmiyor demek ki… Kültür de geliyor.

Ancak modern Çin’in asıl hikayesi 19. Yüzyılda ticari ilişkilerle başlıyor.

Baştan ticaret iyi gidiyor.

“Yerel nüfusun afyon düşkünlüğünü öğrenen İngilizler o zamana kadar geçerli olandan kıyas kabul etmez ölçüde daha kazançlı bir tür ticaret üçgeni kurmaya karar verdiler. Büyük tüccarlar ipekli kumaşların parasını ceplerinden ödemek yerine Çinlilere Hindistan’dan getirdikleri afyonu satıyor ve ipekli kumaşları buradan kazandıkları parayla satın alıyorlardı. Bir başka deyişle Çin ürünlerinin bedelini bizzat Çinlilerden sızdırdıkları parayla ödüyorlardı. Böylece imparatorluk hazinesine de beş kuruş vermiyorlardı.”

“Afyon ticareti hızla görülmemiş boyutlara ulaştı. Daha 1820’de uyuşturucu Çin’in ithal ettiği başlıca ürün haline gelmişti ve payı durmadan artıyor, ülkenin gümüş rezervlerini tüketiyor ve nüfusta büyük bir bunalıma neden oluyordu. Milyonlarca Çinli, özellikle de elitler kendilerini afyon tüketimine kaptırmışlardı.”

“Yetkililer hem insani hem de mali yönü olan bu felakete sert bir tipki göstermeye karar verdiler.”
Afyon ticaretine ağır cezalar getiriliyor. Bin üç yüz tondan fazla çeken 20 bin kasa afyon 26 Haziran 1839’da nihayete eren resmi bir törenle imha ediliyor. “Bir buçuk yüz yıl sonra bu tarih Birleşmiş Milletler tarafından dünya Uyuşturucu Kaçakçılığıyla Mücadele Günü ilan edilecekti. Bu vesileyle Çin Mahallesinin göbeğine Manhattan’a (Afyonu imha eden) Lin Zexu’nun dev bir heykeli dikilecekti.”

Çin’in başı o tarihlerden itibaren dertten kurtulamıyor.

Ne zamana kadar?

20. Yüzyılın ortalarına kadar.

YORUMLAR (19)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
19 Yorum