Şimdi çamurdan daha berrak!
2014 Haziran’ından beri piyasada dolaşıyormuş. Bana önceki gün arkadaşım Baki Kaya gönderdi. Daily Mail’de yayınlanmış bir okuyucu mektubu. Altındaki imza Aubrey Bailey.
Bu mektup çok alaka görmüş. Richard Alan Jones isimli bir blogger mektuptaki cümlelerin kendisine ait olduğunu kanıtlıyor. Aubrey Bailey kimse, Richard’dan yürütmüş! Ben ikna oldum.
Richard Twitter’da paylaştığında pek ilgi görmemiş, Aubrey imzasıyla yaygınlaşınca “ben niye 20-30 retweet’te kaldım” diye canı sıkılmış.
Neyse işin o tarafı bizi pek ilgilendirmiyor.
Malum, Ortadoğu’da durum çok karışık.
Kasım Süleymani suikasti karışıklığı daha içinden çıkılmaz hale getirdi.
Ayrıca İran, ABD üssüne yaptığı saldırının etkisiz olması ve zayiatla ilgili verdiği rakamların kamilen yalanlanması yetmiyormuş gibi bir de kazayla Ukrayna’nın yolcu uçağını düşürünce çok müşkül durumda kaldı.
Durun önce bahis konusu okuyucu mektubunu aktarayım.
Başlığı “Clear as Mud.” ‘Çamur gibi berrak.’
‘Karmakarışık’ anlamına gelen bir deyim. Uygun görenler ‘Arap saçı gibi’ diye de çevirebilir.
Burada bir dil tartışması yapalım mı?
Arap dostlarımız ‘Arap saçı gibi’ ifadesinden rahatsız oluyor. Ama Türkçede böyle bir deyim var. Kastedilen de Araplar değil, Afrika orijinli zencilerin saçı. Hani minik minik kıvrımlı güzel saçlar. Fakat deyim Türkçede böyle oluşmuş. Rahatsız olunacak bir şey değil aslında. Ama çalıştığımız gazetelerde kazara kullandığımız zaman Arap okuyucularımızdan teessüf mektupları alıyoruz. Bir şeyin ‘karışık’ olması menfi bir çağrışım yaptığı için olmalı. Bu yüzden ‘Karmakarışık’ demeyi tercih ettim.
Farkında mısınız, bir tartışmalı kelime daha kullandım. ‘Zenci’ dedim.
Bu kelime de tepki alıyor. Amerikalı beyazlar ‘negro’ kelimesini hakaret anlamında kullandıkları için, bazı Türkler bu kelime kullanıldığında ırkçılık uyarısı yapma ihtiyacı duyuyor.
Halbuki bizim kullandığımız ‘zenci’ kelimesi ‘negro’nun çevirisi değil. Hakaret kastı da yok. Dolayısıyla, kullanmakta bir beis olmaz.
Dönelim mektubumuza. Şöyle diyor:
“Ortadoğu’da olan bitenlerden kafanız mı karıştı? Açıklayayım.”
“Daeş’e karşı savaşta biz Irak rejimini destekliyoruz. Daeş’i sevmiyoruz fakat bizim sevdiğimiz Suudi Arabistan Daeş’i destekliyor.”
“Suriye’deki Devlet Başkanı Esed’i sevmiyoruz. Ona karşı yapılan savaşı destekliyoruz, ancak ona karşı savaşan Daeş’i desteklemiyoruz.”
“İran’ı sevmiyoruz ama İran Daeş’e karşı Irak’ı destekliyor. Yani bazı dostlarımız bizim düşmanlarımızı destekliyor, bazı düşmanlarımız da bizim dostumuz. Bazı düşmanlarımız başka düşmanlarımıza karşı savaşıyorlar ve biz onların kaybetmelerini istiyoruz. Fakat düşmanlarımıza karşı savaşan düşmanlarımızın kazanmasını istemiyoruz.”
“Eğer bizim yenilmesini istediklerimiz yenilirse onların yerine daha da az sevdiklerimiz geçebilir. Ve bütün bunları, biz oraya gitmeden önce orada mevcut olmayan teröristlerin kökünü kazımak için bir ülkeyi işgal ederek kendimiz başlattık. Anladınız mı şimdi?”
Mektubun İngilizcesinin daha eğlenceli olduğunu söyleyebilirim.
Tabii 2014’ten beri bazı şeyler değişti. Ama durumun karmaşıklığında bir eksilme yok.
Bir Amerikalı’nın bakış açısıyla yazılmış -ama eksik yazılmış, Obama’nın İran’a Irak’ta alan açtığını ilave etmemiş- bu cümleler aslında bizim durumumuzu da bir miktar açıklıyor.
Biz Suriye’de Esed’in kazanmasını istemiyoruz. Mamafih, Esed’in kazanmasını isteyen Rusya’yla dayanışma içindeyiz.
PYD’nin kaybetmesini istiyoruz. Bununla beraber, PYD’nin kaybetmesini istemeyen müttefikimiz ABD’yle işbirliği yapıyoruz.
Libya’da Kaddafi’yi sevmiyorduk, Kaddafi gidince yerine daha az sevdiklerimiz geldi. Bunun üzerine içimizde Kaddafi sevgisi teşekkül etti.
Şu anda BM’nin tanıdığı Sarraj’ı destekliyoruz. Ancak bir çok alanda işbirliği içinde olduğumuz Rusya Sarraj’ı devirmeye çalışan General Hafter’i destekliyor. Daha doğrusu düne kadar öyleydi.
Biliyorum, bunların hepsinin gerekçeleri, izahları var.
Sakin kafayla dinlediğin zaman izahlar büyük ölçüde anlaşılabilir.
Çelişkili konumlar bize mahsus da değil, ilgili bütün taraflara teşmil edebilirsiniz.
İnsanlık, 21. Yüzyılda her şeyi birbirine öyle karıştırdı ki, savaşların bile kimyası bozuldu.
Artık savaşlar böyle; galiba sonunda herkesin kuyruğu birbirine dolanacak.
Bu hengamede, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin’le görüşüp Hafter ile Sarraj arasında bir ateşkes temin etmesi kayda değer bir diplomatik başarı.
Libya’da veya her hangi bir yerde bir kurşun bile eksik atılsa iyidir.
Tabii ki hiç atılmasa daha iyidir.