Sevgili yolsuzluk
Yolsuzluk üzerine düşünürken birdenbire dilime geldi ‘sevgili yolsuzluk.’
Başka bir şey bulamadın mı düşünecek?
Bugün bulamadım.
Baktım, acaba neye yolsuzluk diyoruz?
TDK şaka yapmış. 1. Maddeye “Yolsuz olma, yolu bulunmama durumu” tarifini koymuş.
Örnek cümlesi de şu: Kasabamız yolsuzluktan yıllarca sönük kaldı.
Güzelmiş. Böyle yolsuzluğa can kurban!
Herhalde bizim asıl meselemiz olan mecazi anlamdaki yolsuzluk, örnek cümledeki kasabaya yol yapmaya niyetlendiğimiz zaman başlıyor.
Yol yaparken malzemeden çalacaksın, yeni ‘hakediş’ler icat edip devleti söğüşleyeceksin, yol yapma işini bilene ya da hak edene değil, para kazandırmak istediğin arkadaşa, imamın hutbede okuduğu ayeti çarpıtarak bir yakınına, ahbabına vereceksin falan filan!
2. Maddede bildiğimiz yolsuzluğun tarifi “Bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanma, yasaya, kurala, yönteme aykırı iş yapma” şeklinde verilmiş.
Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin sitesine Dünya Bankası’nın tanımını koymuşlar.
“Kamu görevinin özel çıkar sağlamak için kötüye kullanılması.”
Helal! Okuyacak bir kitap daha çıktı. Bir akademik metinde milattan önce 4. Yüzyılda yazılmış bir kitaptan bahsediliyor. Arthaşastra, kitabın adı. Yazarı Kautilya.
Prof. Dr. Turgay Yıldırım ve öğretim görevlisi Nuh Ekrem Yıldırım (Akraba mıdırlar?) yolsuzlukla ilgili ilmi bir çalışma yapmışlar. Orada bu kitaptan bahsediyorlar. Kitabı Kırmızı Kedi yayınları Türkçeye çevirtip basmış. Kautilya’dan alıntılanan cümleler hoşuma gitti.
“Nasıl ki dilin ucundaki balın veya zehrin tadını almamak imkansızdır bir kamu görevlisinin kralın gelirlerinden en azından bir kısmını yememesi imkansızdır. Suda hareket eden balıkların suyu yutup yutmadığını bilemeyeceğimiz gibi devlet görevinde çalışan kamu görevlilerinin kendileri için para ayırıp ayırmadığını bilemeyiz.”
Kautilya, yolsuzluğun 40 çeşidini yazmış.
Kitabı buldum.
Alıntıladığım paragrafın çevirisi yukarıdaki kadar oturmamış. Hangi çevirmen haklı bilemem. Ama çok önemli değil.
Kitap bir idare hukuku kitabı. İçinde suçlar, cezalar, görevler, yetkiler, komşu devletlerle ilişkiler konusunda ayrıntılı öneriler var.
Kautilya bazıları tarafından Machiavelli’ye benzetiliyor. Fazla kralcı, fazla devletçi.
Avrupa kafasıyla Hint kafası birbirinden çok uzak. Ama benzetmeyi haklı çıkaracak öneriler gördüm. Bir tanesi konuyla ilgili. Bir tabloda, “Devlet parasını kendi çıkarına kullanan cimri görevli” için “Asılsız bir suçlama yapıldıktan sonra ölüm” cezası önerilmiş.
Nasılmış bu suçlama? O da kitapta yazılı.
(Burada bir Fetö damarı seziyorum.)
“Tüm bilgiler doğrulandığında sorumsuz görevli bahane olarak (sahte) bir mektup hazırlanıp düşman tarafına geçmekle suçlanacak sonra da öldürülecektir.”
Allah kuru iftiradan korusun!
Çıkalım antik Hint’ten, çünkü 2400 senede şartlar çok değişti. Kautilya’nın akıl erdiremeyeceği usuller gelişti.
Araştırırken yolsuzluğun formülüne de rastladım.
C=M+D-A. Yolsuzluk (C) eşittir Tekel Gücü (M) artı Takdir Yetkisi (D) eksi Hesap Verebilirlik (A).
Bu formüle göre, tekel gücü çok ise, takdir yetkisi yüksek ise, hesap verebilirlik düşük ise yolsuzluk daha çok oluyor.
Alimler bu formülü bulurken yolsuzluk yapmadıysa, durumumuz pek parlak sayılmaz.
Bir olguya ilmi tarafından bakınca derinleşiyorsun da neticeye gitmen gecikiyor. Yahu nedir yolsuzluk?
Bir araziyi, bir adamdan 1 emsalken satın alıp, torpille aynı araziyi 3 emsale çıkarmak yolsuzluk mudur?
Yetkili olduğum bir kamu kurumunda ahbaplarımdan bazılarını yönetim kurulu üyesi yapmam yolsuzluk mudur?
Akraba kayırma yerine ‘nepotizm’ diyorlar. Nephew’den geliyormuş. Nephew malum ‘yeğen’ demek.
Yeğen de sevilir yani!
Veya normal şartlarda yüz liraya özelleştirebileceğim bir kamu malını sevdiğim veya ortak çalıştığım birine otuz liraya vermem yolsuzluk mudur?
Hepsinin bir savunması bulunabilir.
Diyebilirim ki, arsayı zorla almadım adamın elinden. Pazarlık yaptı benimle, o günkü rayice göre değerinin üstünde para verdim.
İyi de, emsal arttırırken o adamcağızın ve kamunun parasını çalmış oldun mu olmadın mı?
Veya, nasıl olsa birisini koyacaktım yönetim kuruluna. Tanıdığımı koydum. Ha Ahmet ha Mehmet, ne fark eder?
Yeğenimi de koymuş olabilirim. Ne eksiği var yeğenimin? Yakışıklı çocuk.
Kamu zarara uğramıyor ki? Tanıdığıma da aynı parayı veriyorum. Hem tanıdığım olunca daha uyumlu çalışıyoruz.
Bir de bazı sülaleler var, gökten zembille inmiş. Amcası, dayısı, yeğeni, kızı kızanı mübarek. Onları ihmal etmemek lazım.
Yüz liralık malı otuz liraya vermedim. İhale yaptım, o kazandı.
İhale yaparken, şartnameye yeğeninin veya sevdiğin adamın kara kaşını kara gözünü de yazmış olabilir misin? Veya bıyığını...
Ehmmm... Böyle kara kaş kara göz sadece bizim adamda var, ne yapalım, Allah yaratmış!
Yolsuzluk mudur böyle şeyler?
Dünyanın düzeni böyle midir?
Alışıyor muyuz?
Normalleşiyor mu bu işler?
Kitapta yazıldığı gibi, ‘şeytan, amellerimizi süslüyor’ mu?
Eh, süsleyince sevimli bir şey oluyor yolsuzluk.
Yapan alışıyor.
Alıştıkça yolsuzluk kutsallaşıyor. Bir tür dokunulmazlık kazanıyor.
Kutsal inek.
Ya da totem.
Put.
Anlaşıldı, bu konuya biraz daha devam etmem lazım.