Şefkat, Mizan’da daha ağır çeker

Friedrich Seidel’in esaret hatıralarını okurken (Sultanın Zindanında, Kitap Yayınevi) esirleri kırbaçlayan, döven, aç bırakan, her fırsatta zulmeden, elindeki üç beş kuruşu gasp eden, rüşvet alan hiçbir kimse hakkında hayırhah bir düşünceye kapılmadım.

Ama mesela taş kadırgasında forsalık yaptığı sırada hemen yanına zincirlendiği Afrikalı Müslüman zenciyi hem kendime daha yakın hissettim hem de ona defalarca hayır dua ettim.

Neden?

“Afrikalı bana çok acırdı ve yapması gerekenleri yapmasını bilmeyen acemi bir köle olduğumu göz önünde bulundurarak beni (yine yanında zincirli bulunan) Yunanlıya karşı savunurdu, hatta bazen oturup dinlenmeme olanak sağlayarak küreklere daha büyük bir kuvvetle asılırdı. Bu iyi kalpli kara derili adamın mesleği berberlikti ve arada sırada Türklerin saçını sakalını kesip düzelttiğinde biraz para kazanırsa benimle paylaşırdı.”

Seidel ve beraberindekiler daha sonra Kara Kule’ye, Rumeli Hisarı’na hapsediliyorlar. Nispeten daha insani bir esaret hayatına geçiyorlar.

Diyor ki Seidel: “Gene de Türklerin lehine şunu da söylemeliyim ki bildiğim kadarıyla bizim tahsisatımız her ay bir akçe bile kesilmeksizin düzenli bir biçimde ödenmekteydi. Türk hükümdarı her birimize yılda kaba keçeden yapılma bir Caputta ve üzerimize giyebileceğimiz giysiler, yani pantolon ve ceket için kurşuni renkte ensiz kaba bir kumaş ve gömlek için pamuklu dokuma verdirirdi. Böylece açlıktan ölmemek için bunları satmak zorunda kalmazsak üzerimize giyecek bir giysimiz de olurdu.”

Zaten Seidel’in ‘Türk Hükümdarı’ 3. Mehmet’le bir sorunu yok. Ne çektiyse Sinan Paşa’dan çekmiş.

3. Mehmet 1595 yılının başında vefat ediyor.

Sultan vefat edince ne olduğunu yine Seidel’den öğrenelim.

“Büyük oğlu Mehmed (3. Mehmed) babasının yerine tahta geçmesi için çağrıldı. Bu arada Türklerin en üst kademedeki din adamı olan müftü ve paşalar onun on dokuz kardeşini boğdurdular ve babalarının yanına yatırdılar. Sultan Mehmed Konstantinopolis’e varınca ona babasının ve kardeşlerinin naaşlarını gösterdiler ve aynı zamanda ülkenin yönetimini ellerine teslim ettiler. Söylentilere göre Sultan Mehmed tahta geçtikten sonra iki erkek kardeşi daha dünyaya gelmiş ama sultan bunları da hemen öldürtmüş ve babasından hamile kalmış olan kadınları da denize atıp boğdurtmuş.”

Korkunç, değil mi?

Bunun felsefesi yapılabilir. Nizam-ı alem, devlet-i ebet müddet, beka falan dersiniz ama ne derseniz deyin korkunç ve trajik.

Bu hadise halkın hoşuna gitmemiş. Sondan bir önceki padişah Sultan Reşat da kılıç kuşanma merasiminden sonra dedelerinin kabirlerini ziyaret ederken 3. Mehmet’in kabrine “Çocuk katilinin kabrini ziyaret etmek istemiyorum” diyerek gitmemiş.

Seidel’in asıl ‘iyi adam’ları “Ulu Tanrı’nın armağan olarak gönderdiği” Kara Kule’ye atanan “Yaşlı, merhametli ve dini duyguları güçlü” yeni Ağa ile kendilerine merhametle davranan ve sonunda esaretten kurtulmalarını sağlayan vezir İbrahim Paşa.

“İbrahim Paşa aslında çok iyi kalpli bir insan. Hemen ağaya demir kelepçelerimizi açmasını ve ertesi gün hepimizi Divan’da huzuruna çıkarmasını emretti.”

Saraya giderken Ağa’nın başlarına koyduğu gardiyan, saray efradı esirlere acısın diye esirleri hırpalıyor, ağlıyor görünsünler diye gözlerine soğan sürdürüyor, onlara sövüp sayıyor.

İbrahim Paşa Divan’da esirlere şöyle hitap ediyor:

“Zavallı gavurlar, sizin böyle uzun zaman tutsak kalmış ve eziyet çekmiş olmanıza çok üzüldüm. Ama bundan ne ben sorumluyum ne de hükümdarım olan sultan sorumludur.”

Onlara Macaristan seferine katılmalarını, hudutta güvenli bir şekilde hükümdarlarına ve ailelerine gönderilmelerini teklif ediyor.

Esirler, bu kadar uzun yol için yiyecekleri olmadığını söylüyor.

İbrahim Paşa’nın cevabı:

“Başımla beraber, benim yiyeceklerime ortak olun.”

Belgrad yakınlarında İbrahim Paşa’nın huzuruna çıktıklarında Seidel Paşa’nın ayaklarını öpüyor.

“Paşanın bize gösterdiği dostça ilgiden öylesine duygulanmıştım ki paşanın bir ayağını öptükten sonra öbür ayağına da sarılıp onu da öpmek istedim. Paşanın ‘yetti aslanum istemem artık’ diye itirazlarına rağmen niyetimden caymadım öbür ayağını da yakalayarak tekrar tekrar öptüm. Onun iyi yürekliliğinden ve merhametinden dolayı yüreğim öylesine kabarmıştı ki gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Onun hemen yakınında bulunan İngiliz Elçisi bir açıklama yapmak gereğini duydu ve şöyle dedi: “Sultanım, bu yavuz oğlandır, ama pek hastadır.” Bunun üzerine İbrahim Paşa başımı ellerinin arasına aldı ve okşadı. “Zavallı gavur, Allah sana sağlık ve özgürlük nasip etsin, vatanına kavuşasın ve ananı babanı göresin” dedi. Sonra elini kesesine daldırarak bana bir avuç dolusu akçe verdi.”

İbrahim Paşa’nın serhatte birçok askeri başarısı tarihe geçmiş.

Ama zannediyorum esirlere gösterdiği şefkat ‘mizan’da daha ağır çeker.

YORUMLAR (14)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
14 Yorum