Sami Yusuf’un müzikle tedavisi
Daraldınız. Hüzünler yağdı üzerinize. Ne kadar aciziz ne kadar yoksuluz, yoksunuz.
Böyle hallerinizde, sadrınızı açsın diye ‘İnşirah’a müracaat etmez misiniz?
“Göğsünü açmadık mı? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı?”
“Zorlukla beraber kolaylık var.”
İnşirah’ın gölgesi vardır. Bilgi değil bu, öyle hissediyorum, öyle umuyorum. Girip soluklanabilirsiniz o gölgede.
Hatırınıza gelir mi? “Allahu’l Ğaniyyu ve entumul fukaraa.”
“Allah zengindir, siz fakirsiniz.”
Ya da İbrahim’in duası… “Hastalandığımda şifa verir bana. Din gününde hatalarıma mağfiret edeceğini umduğum O’dur.”
Ruhumuza ne kadar yakın. Kimsesizliğimize ne kadar şifalı.
“Meded”i dinlerken hatırıma geldi bu sığınma yerleri.
Hangi Meded?
Sami Yusuf’un okuduğu ‘Meded.’
Ne demek ‘Meded?’
“İmdat!” deriz ya. Yardım isteriz.
İster miyiz? Burnumuzdan kıl aldırmamıza izin vermeyen egolarımız ‘İmdat’ der mi?
Desin zahmet olmazsa.
Kime diyeceğiz ‘İmdat?’
Sami Yusuf’un şarkısında var, kime diyeceğimiz.
“Allah Allah meded meded.”
Ardarda… “Allah Allah Azim meded, Allah Allah Kerim meded…”
Zikir gibi… Ya da zikir.
“Ali bizim şahımız, Kâbe gıblegahımız, Adı güzel Muhammed, O bizim padışahımız”ı dinlerken nasıl için doluyorsa öyle doluyorsun.
Ramazan’da ‘Dini musiki’ ile ilgili bir girizgâh yapmıştım.
Evet, vardı bir ‘dini musiki’ geleneğimiz. Formu pek değişmeyen, zaman zaman “Göçtü kervan kaldık dağlar başında” gibi içimize işleyen.
Ya da Boşnakların yaptığı gibi kendisini zaman zaman güncelleyen.
Ama mahdut.
Türkiye’deyse yaprak kımıldamıyor.
İşin erbabına soruyorsun, ümitsiz vaka. “Belki de ilahiyatlardan dini musiki dersini bile kaldırırlar.”
Güzelliğe dair semerelerden bu kadar mı uzaklaştık?
O gün sözü Sami Yusuf’a getirmeye niyetim vardı. Müyesser olmadı. Kısmet bugüneymiş.
Yeni bir şey yapıyor Sami Yusuf.
Halbuki söylediklerinin çoğu eski şeyler.
“Hasbi Rabbi Cellallah/Mafi kalbi gayrallah/Nur Muhammed Sallallah/La ilahe illallah.”
Çok eskidir. Ben ilk babamdan dinlemiştim. Zikirdir.
Sami Yusuf söyleyince tazelenmiş. Yeniden doğmuş.
Bir ülkeyle sınırlı değil. İran, Ceziretü’l Arab, Mağrib, Anadolu, Kafkaslar, Hint, Uzak Asya…
Hepsinin mirasından yararlanıyor. Bir bakıma hepimizin mirasını tazeliyor.
Kem gözle baksan ‘yağmalıyor’ da diyebilirsin.
Fakat, Şeyh Galib’in dediği gibi, “Esrarımı Mesnevi’den aldım, çaldımsa da veli miri malı çaldım.”
(Aman politik alemdekilerle karıştırmayalım. Şeyh Galip’e de günah!)
Çalıp da eksiltmedi ya. Evine de götürmedi. Aldı, yeniden söyledi.
Yeniden söyledi ve bize verdi.
Nesimi’yi mesela.
“Mende sığar iki cihan, men bu cihana sığmazam.”
Sanki içtihat kapısı gibi, açılmayan bir kapıyı kendi alanında açmış Sami Yusuf.
Mollalarımız musikideki kapıyı sanki kapatamamış.
İnsanlar ilgisiz mi?
İnsanlar ‘romantizm’in ayaklar altına alındığı -Şair Hilmi Yavuz’un vurguladığı gibi- şiirin, müziğin, bütün güzelliklerin talan edildiği pespayeliklerden başka bir şeyin peşine takılmıyor mu?
O kadar da değil.
Dev konserler veriyor. Yıllar önce Taksim’e 250 bin kişiyi topladı Sami Yusuf. Demek ki kabahat millette değil.
Kötülüklerle anılıyoruz.
Yolsuzlukların çoğu bizim dünyamızda yapılıyor. Kavga, gürültü, savaş, birbirini boğazlamak, arkadan vurmak, irtikap, entrika, fakr u zaruret en çok bizim dünyamızda.
Cinnetimiz müzikle sağaltılamayacak kadar derin.
Hal böyle iken yakın geçmişte ve bugünümüzde bizim adımıza yapılan en güzel işlerden birini yapıyor Sami Yusuf.
Bir kişiyle mümkün olmaz ama sesiyle, müziğiyle bizi, hiç olmazsa bizim bir tarafımızı onarmaya çabalıyor.
Tanımam, bilmem. Sadece dinliyorum.
Dinlediklerim için teşekkür ediyorum.