‘Sahibkıran’ Hz. Hamza
"Raviyan-ı ahbar ve nakılan-ı asar ve muhaddisanı-ı ruzigar öyle nakl iderler ki ol zaman Hazret-i Danyal aleyhisselam dar-ı dünyadan dar-ı ukbaya rıhlet eyledi. Hatunı Şemse Banu hamile idi. Ay u güni tamam olub bir erkek evlad dünyaya geldi. İsmini Camasb koyub bislemeğe meşgul oldu. Çün dört yaşına girdi Şemse Hatun Camasb’ı muallime virdi. Bir zaman varub geldi hiç nesne öğrenmedi. Ahir Camasb’ı san’ata virdi. Anda dahi bir san’at öğrenmeyüb gelüb büyüyüp yiğit oldı. Şöyle kim bir kimse bunı şakird almağa kabul itmezlerdi. Ahır birkaç hımar alub odunculara karışub tağdan odun taşıyub şehre getürüb satardı. Hikmet-i Hüda bir gün yağmur ziyade olub tufan oldı. Tağda eski zamandan kalma bir mağara var idi. Böyle vakitlerde ol mağaraya girüb otururlardı. Gene girüb oturdular. Tamam yağmur sakin oldukda gidelüm didiler. Lakin Camasb oturduğı yirde elindeki baltasıyla kazıyub dururdu. Bir de anı gördi bir mermer taş zahir oldı. Dönüb ol yoldaşlarına haber virdi. Anlar da gelüb aceb nola diyü etrafını kazub, üşüb ol mermeri yerinden kaldurub gördiler ki altı bütün bir kuyudur. Ve kulu ağzına beraber tolu baldur. Eydürler ki ol zamanda balı ve zeyt yağını define idüb saklarlar imiş. Şöyle ki kırk elli yüz yıllık bal ve yağ bulunub hükema kavlince azim nef’i var imiş. Cümlesi gelüb tulumla ile ol balı taşıyub odundan fariğ oldılar. Bir nice zaman balı taşıyub sattılar. Ol kuyu ziyade büyük idi, dükenecek hali yok idi. Hasılı gitdükce azalub Camasb kuyu içine inüb tulumları toldurur idi. Yukardan ol yoldaşları çekerler idi. Çün bal dükendi oduncılar bir yire gelüb müşavere eylediler ki şimdi nice edelüm, Camasb bizlerden ziyade pay ister balı ben buldum kuyudan çıkardum dir imdi bunda zerafet budur kim Camasb’ı kuyu dibinde bırağub gidelüm, anda ol ölür kimse tuymaz didiler.”
Bu kadar alıntıyı niye yaptım?
Evvelce, radyolar, televizyonlar yokken, insanların ocak başlarında, kıraathahelerde bir araya gelip bilge bir anlatıcıdan ya da bir çelebi okuyucudan dinledikleri bitmek tükenmek bilmez hikayelerin, destanların lezzeti hakkında bir fikir vermek için.
Ne kadar meraklı anlatıyor!
Evvela kim hayal edip, düşünüp taşınıp, süsleyip püsleyip anlattı bunları?
Kimsenin bilmesi mümkün değil.
Böyle bir destan bir kez anlatılmaya başlandığında peşini bırakır mısınız?
Acaba bugün ne oldu, yarın ne olacak diye merak etmez misiniz?
Netfliks’teki ve diğer mecralardaki 40-50 bölümlük uzun uzun dizileri birkaç gecede yalayıp yutan yeni kuşaklar belki de anlatıcıya nefes aldırmaz, bir iki gecede bütün destanı bitirtirlerdi!
Destan okumaz değildim. Oğuz Kaan destanının birkaç versiyonunu hepimiz okumuşuzdur. İlyada ve Odisseus okul müfredatlarında bile vardı. Odisseus’u bilince bizim Tepegöz’ü de bilirsiniz. Eğer meraklıysanız Gılgamış’a da bir göz atmışsınızdır.
Dede korkut zaten bizim anlatıcı dedemizdir. Leyla ile Mecnun’lar, Kerem ile Aslı’lar, Ferhat ile Şirin’ler de yarı destan yarı masal hikayelerimizdir.
Mem u Zin de öyle.
Kâh okuduk, kâh dinledik destanları. Biraz doğudan, biraz eski Yunan’dan, Hint’ten, Arap’tan, Türk’ten, Kürt’ten, Acem’den haberdar olduk.
Bugünü konuşurken, bugünün insanını anlamaya çalışırken destanların dünyasına müracaat etme ihtiyacı duyduğumuz zamanlar oldu.
Çünkü kültürümüzün, düşüncemizin mazideki uzantılarıdır destanlar.
Biz bilmesek de izah edemesek de ruhumuza karışmıştır.
Destan okuma faslını hayli zaman önce kapatıp bir kenara koymuştum.
Hasan Aycın’la bir uzunca bir destan sohbeti yapıp ‘Bin Hüseyin’ ve ‘Sahipkıran’ın Seyyid Battal Gazi Destanı ve Hamzaname olduklarını ve Hasan Abi’nin bu destanları yeniden yazmakta bir maksat güttüğünü anlayınca yeni bir destan okuma faslı açmış oldum.
İtiraf edeyim, şimdiye kadar hiç Hamzaname okumamıştım.
Zihnimde canlanan, Hz. Ali Cenkleri’nin bir benzeri. Hz. Hamza’nın hayatı, savaşlardaki yiğitlikleri.
Hz. Hamza sahabenin büyüklerinden. Uhud’da şehid edildi. Ebu Süfyan’ın karısı Hind’in kölesi Vahşi tarafından.
(İçimden geçeni kâğıda geçirmemin sakıncası var mı? Farz-ı muhal ama… Hz. Hamza er vakitte şehit olmasaydı belki tarihimiz başka türlü yazılırdı.)
Peygamberimiz’e sövüp sayan Ebu Cehil’in kafasına yayıyla vurup yardığını iyi hatırlarız.
Hz. Ömer kılıcını kuşanarak, imanını ikrar için Erkam’ın evine geldiğinde sahabe Ömer’in bir kötülük edeceğinden endişelenince Hz. Hamza’nın “Bırakın, iyi bir maksatla geldiyse onu hayırla ağırlarız, kötü bir maksatla geldiyse onu kendi kılıcıyla öldürürüz” deyişini de...
Belki bilmediğimiz, süslenmiş, abartılmış hikayeler de vardır içinde.
Böyle düşünüyordum.
Hiç de düşündüğüm gibi değilmiş.