Şah, derviş, şair
Malum, Osmanlı’nın yüzü Batı’ya dönüktü. Muhtemelen ‘Ehl-i Salib’le savaşmak Osmanlı’nın kuruluş dönemindeki ‘gaza’ fikriyatına daha uygun düşüyordu.
Fakat, Osmanlı zaman zaman kendi doğusunu ve güneyini toparlama ihtiyacı hissetti. Bu yüzden İran’la defalarca savaştı.
İyi mi oldu kötü mü oldu diye sormanın alemi yok, oldu işte.
Bugün diyebileceğim şudur:
Biliyorum, iki tarafta da heveslisi çoktur. Ama, o devirlerdeki savaşların benzerleri bugün veya gelecekte tekerrür etmese iyi olur.
Günlerdir Hatayi Divanı ile meşgulüm.
Değerli araştırmacı Prof. Dr. Muhsin Macit titiz bir çalışma yapmış. Yazma Eserler Kurumu da en güzel şekilde basmış. Ellerine sağlık.
Hatayi dediğim malum, Şah İsmail. Hani şu Yavuz Sultan Selim’le karşılaşıp Çaldıran’da mağlup olan.
İyi şairmiş Şah İsmail. İyi dervişmiş diyemiyorum, çünkü şahlıkla dervişliğin aynı kapta barınması zor. Yeri gelir sultanlık dervişliği bozar, yeri gelir dervişlik sultanlığı.
O da divanına bütün alemleri yaratan, rızıklandıran, yaşatan Rabbülalemin’i anarak başlıyor.
“Ey ki yohdan bu cihanı var iden Perverdigar
Yiri kaim gökleri devvar iden Perverdigar”
O zamanın ilmi öyleymiş. Normal. Şimdi yerin de devvar olduğunu biliyoruz.
“Küntü kenzen ayeti vasfunda olmuşdur nüzul
Varlığına kün fekan ikrar iden Perverdigar.”
“Yunus’u derya içre yudduran bir balığa
Ateşi İbrahim’e gülzar iden Perverdigar”
Şimdi ‘Küntü kenzen’ ayet değil kudsi hadistir diye itiraza meyleden olabilir. Doğrudur. Hatta Kudsi Hadis’e dair de tartışmalar var. Bunlar kelama, akaide dair münakaşalardır, biz girmeyelim, kenarda duralım.
Bu beyitleri vermemin maksadı, siyasi sebeplerle birbirine kapalı görünen iki kültürün birbirine yakınlığını söylemektir.
Hatayi’nin bütün şiirlerinde aynı kültürel yakınlığı bulabilirsiniz.
Farklılıklar da bulabilirsiniz.
“Menem kim can u dilden Haydariyem
Habib-i zül celalin çakeriyem”
“Gulam-ı hanedan-ı Ahmedem hem
Alinün Kanberinün Kanberiyem”
(Çaker: Köle)
Böyle böyle bir çok şiirinde 12 İmam’ı tadad eder Hatayi.
‘Şahlıkla dervişliğin aynı kapta durması zor’ dedim ama, Şah İsmail’in vaziyeti bundan ibaret.
Yani hem Şah, hem Şeyh. Din ile devleti birleştirmiş.
Olmuş mu?
Benim olmuş dememle olacak iş değil.
Şahlıkla dervişlik gibi, din ile devlet de birbirini bozuyor.
Okuduklarımdan ve yaşadıklarımdan anladığım o.
Öyleyse şiirden devam edelim.
“Sanma kim sen gitdün ey ay yüzlü can kaldı mana
Can seninlen gitdi cism-i na-tüvan kaldı mana”
Bir başka gazelde:
“Ey müselmanlar bugün ol yar pinhan ayrılur
Uçdu ruhum gitdi aklum gövdeden can ayrılur”
Demek ayrılık o devirde de zormuş!
“Senün tek dilber-i canana yetdüm
Zi-hicran ölmüş iken cana yetdüm
Saçun küfrine olmışdum giriftar
Yüzüni görgecin imana yetdim
İşigün itlerine hem-nişinem
Ne devletlü kulam sultana yetdüm”
Bu şiirleri Osmanlı’ya ait sayılan divan şiirinden ayırdedebilir misiniz?
Mümkün olsa bile ben ayırd etmem.
Ayrıca, Türkçesi de en az Osmanlılarınki kadar Türkçe. Baksanıza:
“Ey bad subh-dem yüri var ol nigara di
Ey boyı serv ü yüzi gül ü gülzara di
Di senden ayrı hali nedür haste aşıkun
Doğrar firak yüreğini pare pare di”
Bakın dervişlikle ilgili ne sağlam sözler söylüyor:
“Malın başın bu yola koymayanlar
Sufi dimen siz anı serseridür”
Ama sonunu kendisine bağlıyor:
“Veli kim ism ile Şah İsmaildür
Hatayidür Ali’nün çakeridür”
Yavuz Sultan Selim de şairdir. Fakat şiirlerini Farsça yazmıştır. Birkaç Türkçe şiir Yavuz’a isnad edilir ama anladığım kadarıyla Yavuz’a aidiyeti mevsuk değildir.
Bunlardan birisi muhteşem. Yavuz’a da çok yakışıyor.
“Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan
Beni bir gözleri ahuya zebun etdi felek”
Bazen düşünüyorum, topla, tüfekle, okla, kılıçla vuracaklarına şiirle vursaydılar... Daha mı iyi olurdu?
(Bu arada, Çaldıran’da top kullanan Yavuz Sultan Selim. Safevi ordusunda top yokmuş.)
Neyse, fazla kurcalamayalım tarihi, memlekette tarih meraklısı çok, başımıza iş alırız.