O ‘prensip’ henüz değişmedi
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Alevi’lerle ilgili sorunların kapağını açmıyor. Hatta sorunları doğru dürüst konuşmuyor bile.
Bir tembellik midir?
Yoksa taa Selçuklu’dan itibaren devletin genlerine işlemiş, Osmanlı’dan Cumhuriyete intikal etmiş yazılı olmayan bir prensip midir? (Yazılıysa da ben henüz rastlamadım.)
Güzel hatıralarımız neredeyse yok devletin Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde meskûn Alevilerle ilişkisine dair.
Kötü hatıraları tekrar tekrar dillendirmemiz gerekir mi?
Alevlendirmek amacıyla değil belki hakikati teslim etmek için.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dersim için özür dilemesi kayda değer bir adımdı mesela.
Arkası gelseydi belki mesafe alınırdı.
Muhtemelen yazılı olmasa da işleyen o prensip sebebiyle Aleviler de devlete karşı oldukça temkinli.
Belki bu temkin de tarihten çıkarılmış bir ders olarak Alevilerin genlerine işlemiştir.
Hassas mesele. Provokasyona da çok müsait.
Çünkü Alevi geleneği toplumun birçok kesiminde İslam inancıyla ilgili bir yorum farkı olarak ele alınmıyor.
Tuhaf bir şekilde sanki İslam dairesinin dışında tutulması tercih ediliyor.
İçinde ama dışında.
Ya da konuşurken içinde uygularken dışında.
Bu yüzden sorunun bir çatışmaya dönüştürülmesi için kötü niyetli bir kıvılcım bile iş görüyor.
70’lerde Maraş’ta ve Çorum’da kısa sürede alevlenen ve katliama dönüşen çatışmaların arkasında ne olduğunu hala doğru dürüst konuşamadı Türkiye.
Çözüldü mü? Failleri bulundu mu? Cezalandırıldı mı?
Bazı failler bulundu, bazıları ceza aldı.
Fakat hiçbir şey çözülmedi.
Bu acı hadiseleri hatırlarken de üzülüyorum, yazarken de.
Toplum olarak niçin olgunlaşamıyoruz?
Bu ‘toplum’ lafının içinde Aleviler, Sünniler, hepimiz varız.
Tabii ki siyaset de.
Olgunlaşmamayı tercih ettiğimiz için mi yoksa olgunlaşmaya kabiliyetimiz mi yok?
Neden herkes kendi inandığı gibi inanabilsin ve yaşayabilsin bundan daha tabii ve bundan daha haklı bir şey olamaz diyemiyoruz?
Bugünlerde Allah’a şükür durumumuz sakin sayılır.
Önemli bir tahrik, yayılma eğilimi gösteren bir provokatif hadise ile karşı karşıya değiliz.
Tek tük evlerin kapılarına çarpı işareti koyma vakaları oldu ama sürmedi.
Safça bir şey söylesem anlamı olur mu?
Mesela Alevilerle Sünnilerin birbirlerini anlamalarına yardım edecek çalışmalar yapılsa.
Ak Parti iktidarının yıllar önce başlattığı ama unuttuğu Alevi açılımı çalışmaları nerede kaldıysa oradan devam etsek.
‘Alevilik Ali’yi sevmekse ben de Aleviyim’ cümlesinin herhangi bir şeyi çözmediğini dikkate alarak başlasak çalışmaya.
Alevi’yi Sünni, Sünni’yi Alevi yapmaya uğraşmadan, herkesi olduğu gibi kabul ederek. Herkesin kendisi için tercih ettiği mesleğin (Meslek: Yürünen yol) hürmete şayan olduğunu kabul ederek.
Bu defa samimi olsak, niyetimiz sorunla meşgul görünmek değil sorunu gerçekten çözmek olsa ve çözebildiğimiz kadar çözsek.
Kökleri çok derinlerde olan sorunlar tamamen çözülemeyebilir.
Pek çok meselemiz gibi Alevi meselesinin de karışanı görüşeni çok.
İyi niyetlisi var kötü niyetlisi var.
Ama meseleyi daha medeni bir seviyeye getirmek mümkündür.
Öyle bir seviyede bazı cevapsız soruları sormak zorunda kalmayabiliriz.
Mesela, birçok Ak Partili’nin “Türkiye’de neden Alevi vali yok?” diye sorup kendi sorularını cevapsız bıraktıklarını hatırlıyorum.
Mevzuatta mâni bir hüküm var mı?
Yok elbette.
Öyleyse neden vali yok?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kültür ve Turizm Bakanlığımız bünyesinde kuracağımız Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı muhtarlıklara, belediyelere, derneklere, federasyonlara bağlı cemevlerinin tamamının yönetimini yürütecektir” cümlesi bir çözüm adımı olabilir mi?
İlk bakışta sizin başınıza bir başkan tayin ediyorum şeklinde tercüme edilmeye müsait.
Bundan memnun olanlar çıkabilir.
Bizi niye yönetmek istiyorsun diyenler de çıkabilir.
Nedense bana Alevi meselesini çözmenin başlangıç noktası burasıymış gibi gelmedi.