Muhalefetin bir ‘keşif’ yapması lazım
12 Eylül darbecileri küçük partilerin Meclis’e girip istikrarı bozmalarını istemiyordu.
‘Temsilde adalet, yönetimde istikrar’ dediler ve yüzde 10’luk seçim barajını yaptırdıkları anayasaya koydular.
Temsilde adalet yüzde 10 barajını geçenler içindi. 1983 seçimlerinde 3 parti ANAP, Halkçı Parti ve MDP Meclis’e girdi.
MDP 1987 seçimlerine 1 yıl kala lüzumsuzluğunu anladı ve kendini feshetti. Bazı MDP’li siyasetçiler Demirel’in DYP’sine katıldılar.
Seçimde DYP yüzde 19,1 oy alarak barajı aştı. Refah Partisi yüzde 7,1’de kaldı.
İsmet Özel’in “Bize yüzde 6 derler” başlıklı efsanevi yazısı o günlere aittir.
Yüzde 10 barajı, baraj sorunu olan Refah, MÇP ve IDP tarafından 1991 seçimlerinde aşıldı.
Bu üç parti Refah Partisi’nin çatısı açısında, Refah’ın listelerinde seçime katılarak Meclis’e girmeyi başardı. RP ve MÇP’nin kendilerine göre çekinceleri vardı.
RP’nin bazı önemli isimleri MÇP’yle ittifak sebebiyle Kürtleri küstürmekten çekiniyordu. (Bu çekincelerinde haklı çıktılar.) MÇP’nin (daha sonra MHP’nin) lideri Alparslan Türkeş, ittifak fikrini ilk ortaya atan kendisi olmasına rağmen partisi içindeki muarızlara “Ben de hazmedemiyorum ama köprüden geçene kadar buna dayanacağız, sonra partimize döneceğiz” diyordu.
Köprüyü geçtiler. İttifak yüzde 16,8 oy aldı. 62 milletvekili kazandılar.
Sonra partilerine döndüler. 62 milletvekilinin 40’ı RP’de kaldı. 19’u MÇP’ye, 3’ü IDP’ye geçti.
Bu dönem aynı zamanda Türkiye’deki ‘merkez sağ’ın kendisini tüketmeye başladığı dönemdir.
ANAP’la DYP birkaç seçim sonra küçüle küçüle kayboldular. Böylece, siyasetin seçeneklerinden biri olarak merkez sağ tarihe karıştı.
Müteakip seçimde seçim barajının belki de sebeb-i vürudu olan Refah Partisi için seçim barajı diye bir sorun kalmadı.
Oyları bırak yüzde 10’u yüzde 20’nin üstüne çıktı. Refah Partisi bütün medya tarafından bir tehlike olarak lanse ediliyordu.
Refah’ın iktidara gelme ihtimalini korkunçtu! Medyanın ve siyasetin körüklediği bu çeşit korkular sonradan 28 Şubat felaketinin altyapısını oluşturdu.
O günlerde Refah fobisini tiye almak için “Seçim barajı yüzde 20 olsun, yüzde 20’yi geçen Meclis’e giremesin” diye bir yazı yazdığımı hatırlıyorum.
Geçen hafta Meclis’e havale edilen yeni seçim kanunu Millet İttifakı’nın fiili ve potansiyel bileşenlerine büyük müşkilat çıkarıyor.
İttifaka mâni yok, fakat seçim bölgesinde kimin kaç vekil kazanacağı hesap edilirken ittifak oyuna değil parti oyuna bakılıyor.
İttifaka katılan ve oy oranları düşük olacağı düşünülen partilerin milletvekili çıkarma ihtimali sıfıra yaklaşıyor.
Bu partilerin ve bu partilerdeki siyasetçilerin kendi amblemleriyle, kendi siyasi hüviyetleriyle ittifaka dahil olmalarının cazibesini neredeyse ortadan kaldırıyor.
Muhalefetin alanını daraltıyor. Bu şartlarda iktidar ve muhalefet 2023’teki seçimlere nasıl girerler?
AK Parti’nin (yasama yoluyla elde ettiklerinin yanı sıra) en büyük avantajı muhalefetin birlikte çalışma potansiyelini toplum nezdinde gözle görülür hale getirememesi.
Konjonktürün sağladığı bazı vesileler, mesela Ukrayna’daki savaş sırasında iktidarın izlediği denge politikası AK Parti lehine etki yapıyor.
1915 Çanakkale Köprüsü, bazı eleştiriler getirilse de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok vurguladığı ‘hizmet siyaseti’nin bir yansıması ve toplum üzerindeki etkisi pozitif.
Muhalefetin avantajı ise kötü ekonomi yönetimi, acımasız ve şiddetli hayat pahalılığı.
Bu avantaj iş görebilir, bunalmış bir vatandaş sandıkta herkesi şaşırtacak işler yapabilir.
Ancak sen de muhalefet görevini piyasanın cilvelerine havale etmiş olursun.
Bu, piyango bileti alıp çekilişi beklemek gibi mümkün olduğu kadar pasif bir muhalefet tavrıdır.
Muhalefet, eğer bir sonuç almak istiyorsa bu ekonomik ‘müzayaka’yı sandığa kanalize etmek için siyasi bir keşif yapması lazım.
Yapabilir mi?
Seçim kanununa dair ayrıntılar kamuoyuna açıklandıktan sonra, birkaç siyasi beyanatın dışında o keşfi yapabileceğine dair bir işaret ortaya çıkmadı.
Kolay değil. Belki zamana ihtiyacı var.
90’ların muhalefeti bir yol bulmuş ve kendisini kısıtlamak isteyen sistemin koyduğu engelleri aşmıştı.
90’ların siyaseti tabii ki bugünün siyasetine emsal olmaz. Bugün şartlar daha zor. Dolayısıyla daha yüksek bir siyasi maharet gerektiriyor