Müfredatın dışına çıkmak güzeldir
Bize, huzurlu, pürüzsüz, gül bahçesi ferahlığında bir İslam tarihi anlatıldığını yeri geldikçe söylerim.
Hocalarımız, din dersi öğretmenlerimiz, vaizlerimiz, bilhassa Peygamberimiz’in irtihalini takip eden döneme toz kondurmazlar.
Bütün sahabe, bütün ümmet mutlu ve memnun. Kimse kimsenin tavuğuna kış dememiş.
Zamanla, eğer okul müfredatının dışında okumalara girişirseniz, değişik membalara müracaat etme merakına kapılırsanız o yılların o kadar da sükunetli geçmediğini fark edebilirsiniz.
O dönemi koruma altına almakta haklı mıdır hocalarımız?
Dokunmayalım, kutsanmış bir alan olarak kalsın mı o devirler?
O zaman gerçekler ne zaman bilinecek?
Rötuşlanmış, ayıklanmış bir hikâye üzerine bina edilmiş mutluluk hayatın gerçeklerine, fırtınalarına ne kadar dayanabilecek?
Bugün, hayatı anlarken, dünyayı yorumlarken sürekli tökezlememizde zihnen arızalara karşı donanımsız yetiştirilmiş olmamızın rolü olmuş mudur?
Olmuştur zannediyorum.
Benzer bir politikayı eğitim sistemimiz yakın tarihimizi öğretirken de uyguluyor.
Yani vaizlerin Hulefa-i Raşidin dönemini anlattıkları dille resmi tarihin Millî Mücadele ve inkılap tarihini anlatırken kullandığı dil benzer kaygılar içeriyor.
En hafif tabirle ‘kusursuzluk kaygısı’ diyebileceğimiz bir kaygı.
İstiklal harbini canla başla mücadele ettik kazandık.
Bir akşam, 28 Ekim 1923 gününün akşamı, Mustafa Kemal, Köşkte topladığı aralarında İsmet Paşa’nın, Fethi Bey’in, Yunus Nadi’nin bulunduğu arkadaşlarına “Arkadaşlar, yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” dedi ve ertesi gün Cumhuriyet’i kurduk.
Cumhuriyet halkın kendi kendisini yönetmesi anlamına geliyordu. Padişahtan, sultandan kurtulmuştuk ve bundan daha güzel bir şey olamazdı.
Sonra başladık Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde yürümeye.
Her şey güzeldi. Herkes mutluydu.
Arada ufak tefek pürüzler çıktıysa da çok önemli değildi, baş etmesini bildik.
İşler tıkır tıkır yürüdü.
Böyle miydi gerçekten?
Eğer müfredatın dışına çıkmayı düşünmediyseniz böyleydi.
Böyle bilmek muhtemelen sizi beşikten mezara kadar mazisinden ve halinden memnun bir cumhuriyet vatandaşı yapabilir.
Ama gerçekten neler olduğunu merak ediyorsanız biraz asfalttan çıkmanız, engebeli yollara sapmanız, yani müfredatın dışına çıkmanız gerekebilir.
Hatırat kitapları, eski gazete nüshaları, meclis zabıtları, alternatif tarih kitapları zihninizi açabilir.
Taha Akyol en kıdemli gazetecilerimizden biri.
Yoğun çalışıyor.
Araştırıyor, inceliyor, yazıyor, çiziyor…
Yakın tarihin üstünkörü geçilen alanlarına mercek tutmayı seviyor.
Eğer Cumhuriyet nasıl kuruldu, öğretmenlerimizin anlattığının aynısı gibi mi yoksa bazı tartışmalı hadiseler, bazı ihtilaflar vaki olmuş mudur diye merak ediyorsanız okuyabileceğiniz en verimli kitap Taha Bey’in geçen Ekim ayında yayımladığı “Neden 29 Ekim?” kitabıdır. (Doğan Kitap.)
“Neden 29 Ekim”i okumakla ulaşabileceğiniz bilgileri başka yoldan temin etmek için ciltler dolusu kitap okumak zorunda kalabilirsiniz.
Mektep müfredatında okuduklarımızın dışında bir şey var mı Taha Bey’in kitabında?
Var.
Cumhuriyet’in aleyhine mi?
Hayır.
Taha Akyol, bizi konuya yaklaştırıyor, o günlere götürüyor, Meclis’teki tartışmaları, gazete sütunlarındaki sert münakaşaları bize izletiyor.
Bazen de tarihin artık önemsenmeyen ilginç ayrıntıları.
Mesela 1920 Eylül’ünde Lenin’in kurduğu Bolşevik rejim Ankara’ya silah ve altın desteği veriyor.
Ankara’da ‘Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası’ adında bir parti kuruluyor. Bu basbayağı komünist parti.
Meclis’te de benzer eğilimde ‘Halk Zümresi’ adında bir sol grup oluşuyor.
“Gazi’ye sadık Muğla mebusu gazeteci Yunus Nadi ve muhafazakâr muhalif Balıkesir Mebusu Hasan Basri (Çantay) Bey bu Halk Zümresi’nin içindedirler. Kavramların bugünkünden farklı anlaşıldığı, Bolşevizmin İslam inancına yakın sayıldığı bir dönemdir.”
Mesela ben, Hasan Basri Çantay’ın Halk Zümresi içinde olduğunu yeni öğrendim.
Peki “Neden 29 Ekim?”
Sebebi var. Taha Bey de kitapta bunu anlatıyor.
Haftaya bu sorunun cevabına bir bakalım.