İyi ve kötü ‘ecdat’
Tarihi ayıklamayı severiz. Adalet, mertlik, merhamet, cömertlik, yiğitlik, her türlü iyilik bu tarafa, zulüm, ihanet, namertlik, her türlü kötülük çöpe.
‘Ecdat’ iyidir. Eh, biz de o ‘ecdat’ın torunlarıyız, biz de iyiyiz.
Ecdat’ın iyi olması tek başına bizi iyi yapmaya yetermiş gibi!
Doğrusu, atalarımız arasında iyilerin de kötülerin de var olduğudur.
İyilere benzemeye çalışmak, kötülerin kötülüklerini işlemekten kaçınmak, geçmişe ibretle bakmak elbette faydalıdır.
Ama bütün zamanlar kendi iyisini ve kendi kötüsünü yetiştiriyor. Şimdiki zaman da…
Bir süredir iki esirin hatıralarını okuyorum.
İkisi de Kitap Yayınevi tarafından basılmış.
Biri 3. Murat döneminde Roma Germen İmparatoru 2. Rudolf’un elçisi olarak İstanbul’a gelen Friedrich Von Kreckwitz’in heyetinde eczacı olarak görev yapan Friedrich Seidel’in hatıraları. “Sultan’ın Zindanında” adıyla yayımlanmış. 1585-88 arasında 3 yıllık bir dönemi kapsıyor.
Diğeri, Malta şövalyelerinden birinin maiyetindeyken Akdeniz’de Osmanlı donanmasıyla bir çatışma sırasında esir düşen Brettenli Michael Heberer’e ait. “Osmanlıda Bir Köle.” 1591-96 yılları arasında geçiyor.
Seidel’in ‘kötü adam’ı sadrazam Koca Sinan Paşa.
Baktım, gerçekten ‘kötü adam’ mı diye. Başarılı bir vezir. Döneminin kuvvetli paşaları Lala Mustafa Paşa ve Ferhat Paşa ile giriştiği rekabet sebebiyle siyasi ayak oyunları konusunda bir tecrübe kazanmış.
Yemen’de isyanları bastırmış, Tunus’un İspanyollardan geri alınmasında büyük rolü var.
Beş defa azledilmiş her defasında yeniden atanmanın yolunu bulmuş. Azledildiği zaman hep Malkara’ya gönderilmiş.
Terekesi çok kalabalık.
Liste 600 bin düka altını, 2 milyon 900 bin nakit akçe, 29 yük kıymetli taş diye başlıyor. 600 adet samur kürk, 600 adet vaşak kürk, 34 adet altın üzengi diye devam ediyor.
Günümüzdeki vezirlerin malvarlığıyla kıyaslanabilir mi bilmiyorum.
Mamafih, ölümünden sonra servetine el konulmuş.
(Osmanlı’daki önce devşirme paşaları sonra bütün yüksek bürokrasiyi kapsayan bu müsadere uygulamasının mantıklı tarafları var.)
Sinan Paşa, Alman elçi Kreckwitz İstanbul’dayken sadaret görevine iade ediliyor. Elçi de Sinan Paşa’yı kutlamak için makamına gidiyor.
Tercümanına “Paşaya söyleyiniz ki ben onun yönetime gelmiş olmasına çok sevindim ve saygıdeğer efendimiz Majesteleri Roma İmparatoru da bu habere memnun olacaklardır. Bu vesileyle paşa hazretlerine sağlıklı bir ömür ve yönetimini uzun yıllar başarıyla sürdürmesini dilerim” diyor.
Sinan Paşa öfkeleniyor ve elçiyi “Benim yönetime gelmiş olmamdan Beç Padişahı ve Viyana Kayseri nasıl memnun olabilir?” diyerek azarlıyor.
Sonra?
Sonra esir ediliyorlar.
Zindana tıkılıyorlar.
Taş taşıyan gemilerde forsa olarak kullanılıyorlar.
Seidel, gördükleri kötü muameleleri de iyi muameleleri de anlatıyor.
Mesela, henüz esir edilmemişken yanlarına gelen Zaradetzky adlı bir yolcunun ülkesine dönerken yaptığı halı alışverişinden sonra muhatap oldukları erdemli bir davranışı not ediyor.
“Bay Zaradetzky halılarını satın alıp dükkandan ayrıldıktan bir süre sonra dükkan sahibi müşterisinin dukalarla dolu para kesesini orada unutmuş olduğunu fark etmiş. Adam telaş içinde hemen dükkanını kapatıp yollara düşmüş ve her rastladığına yanında halı taşıyan biri ile yan yana yürüyen bir hacı görüp görmediğini sormuş. Çünkü halılarını tercümanına taşıtmakta olan Bay Zaradetzky tıpkı Araplar gibi hacı giysisiyle ortalıkta dolaşıyordu. Türk halı tüccarı nihayet aradığı iki kişinin “Alman Eve”ne girdiklerini öğrenince hemen bizim konutumuza gelip Bay Zaradetzky ile konuşmak istediğini söyledi. Zaradetzky aranmasının nedenini bilmediğinden önce büyük bir telaşa kapıldı ama Türk halı tüccarını karşısında görünce o da kendisine “Efendi, sen benim dükkanımdan halı satın aldın ve para keseni bırakıp gittin.
Ben de sana onu getirdim” deyince Bay Zaradetzky hemen elini para kesesine attı ve halı tüccarının doğru söylediğini anladı. Bunun üzerine halı tüccarına bir düka armağan etmek istediyse de o bunu kesinlikle kabul edemeyeceğini söyledi. Sadece ileride kendisinden daha çok halı satın alınmasını sağlamasını rica etti. Dükkanında unutulmuş parayı hatta o paranın bir kısmını bile almanın vicdanı ile bağdaşmayacağını açıkladı. Buna benzer dürüst davranışlara ben de Türklerde sık sık rastladım ve bunlardan sırası geldikçe söz edeceğim.”
Bugün turist kazıklamayı bir sanat haline getirmiş olan uyanıklar bu halı tüccarının ahfadı mıdır acaba?
Ya da o esnaf, bu uyanıkların ecdadı mıdır?
Kim bilir?
‘İyi ve kötü ecdat’ devam edecek.