İyi ve kötü dindarların hisleri

İbrahim Paşa’nın Lübnan Dağları’nda Dürzi’lerle çatıştığı dönemler olmalı. 1585 yılı civarı. Bir bayram günü. Bütün gece boyunca camilerin minarelerinde kandiller yanmış, kadırgalar fenerlerle aydınlatılmış, beyler davul, zurna, kaval ve ney çalarak eğilenmişler.

(Önce fıtr bayramı olabileceğini düşündüm. Kitabın ilerleyen bölümlerinde 3. Murat’ın eşlerinden birinin Hacdan döndüğünü görünce Kurban Bayramı olduğunu kanaat getirdim.)

Heberer’e göre “O kana susamışların (Türklerin) niyeti Lübnan Dağları’nda yaşayan Maruni ya da Dürzi adı verilen zavallı Hristiyanlara saldırmaktı.”

“Ne yazık ki bizler de bu zavallı korumasız Hristiyanlara yapılan eziyet ve kıyıma yardımcı olmuş, asker ve silah taşımıştık.”

Heberer forsa, yapacağı bir şey yok. Ama, Türklere cephane taşıdığı için çok üzülüyor. Hassas ve dindar bir adam.

Bugünlerde İsrail’e yaptığımız ihracatın hassas ve dindar Müslümanlarda sebep olduğu hislerin bir benzerini yaşıyor.

Dindar ama hassas olmayanlar muhtemelen bu hisleri yadırgıyor.

(‘Bu arada, hassas olmadığı anlaşılan bazı Müslümanların hassas olduğu anlaşılan Müslümanları, “İsrail’le ticareti kes” pankartı taşırlarken göz altına almalarının sebebini ve mantığını henüz bulamadım. Bir çeşit tek parti sorunu mu?)

“Tanrı biliyor ki üzgün ve gözlerimiz yaşlı olarak seyretmek zorunda kalmış, üstelik zavallılardan hoyratça gasp edilen eşyaları gemimize almıştık. Askerler evlerde buldukları en basit eşyayı bile, giysileri, madeni kap kacakları, ibrik, kazan, teneke, leğen (altın ve gümüşten burada hiç söz etmiyorum) birçok gereçleri gemiye taşıdılar ve bunları yarı fiyatına Trablus’ta sattılar.”

Tabii Heberer Dürzilerin Hristiyan olmadığını bilmiyor. Ya da biliyor, anlatımına Hristiyan sosu katma ihtiyacı duyuyor.

Heberer çelimsiz bir adamcağız. İyi kürek çekemiyor. Beyrut’tan Trablus’a giderlerken rüzgâr yok.

“Küreklere kuvvetle asılmadığımı gözleyen reis çıplak sırtıma sık sık kırbacını indiriyordu. (…) Öyle bitkin haldeydim ki böyle yaşamaktansa denizde boğulup kurtulmayı tercih ederdim.”

Bundan sonraki paragrafı dindar bir Hristiyan’ın hislerini çok iyi yansıttığı için aktarıyorum.

Zannediyorum bütün iyi dindarların hisleri birbirine benziyor.

Alabildiğine mütevekkil ve kaderci.

Galiba kötü dindarların hisleri de birbirine…

Mümkün olduğu kadar bencil ve merhametsiz.

“Açlıktan, susuzluktan, acıdan hiç gücüm kalmamıştı. Trablus limanına girene kadar dayanabildim. Orada açlıktan, susuzluktan, bitkinlikten devrilip kaldım ve bir daha doğrulamadım.”

“O zaman her şeye kadir, Tanrı’ya dua edip o sonsuz merhametini benden esirgememesi, beni bu dayanılmaz acılar içinde bırakmaması, ya bir an önce canımı alarak beni kurtarması, ya da eğer günahlarım yüzünden beni böyle hayvani bir çalışmayla cezalandıracaksa bana Kutsal Ruh desteğiyle sabır ve teselli bahşetmesi için yalvardım. Bunun üzerine Tanrı’nın yardımıyla yeniden güçlendiğimi hissettim. (…) Dua ederken Tanrının kimseye dayanabileceğinden daha çok eziyet çektirmeyeceği sözünü hatırlayarak teselli buldum.”

Hatırlamışsınızdır, Amene’r Rasulü’de geçer.

“Allah, nefsi taşıyabileceğinden fazlasıyla yükümlü tutmaz.”

Şöyle yazalım daha Türkçe olsun:

“Allah bir nefse taşıyabileceğinden fazla yük yüklemez.”

Bu bölümün iyi adamı…

Kadına adam demek caiz mi?

Şüpheli fiil.

Bir defa desek dilden çıkar mıyız?

Dikkat edilsin, ‘dinden’ değil, ‘dilden’ çıkmaktan söz ediyorum.

Dinde fetva veremem ama dilde ‘caiz’ diyesim geldi.

Delilim de bizim Ağasar lehçesinde “Adamı deli etme” gibi tabirlerin kadınlar tarafından da kullanılması.

“Türk hükümdarının eşi olan sultan içinde eşyalarının bulunduğu büyük bir karamürsel ile İskenderiye’ye geldi. Sultan, çocuk sahibi olma dileğiyle peygamberi Muhammed’in şehri olan Mekke’ye bir hac yolculuğu adağında bulunmuş ve bunu yerine getirmişti.”

“Sultanın bundan sonraki yolculuğunu bizim kadırgayla yapması uygun görüldüğünden biz de gereken hazırlığımıza giriştik, gemiyi yeniden silahlarla donattık. Sultan, çevresinde nedimeleri ve siyahi harem ağalarıyla birlikte her tarafı örtülü olarak gemiye bindi.”

3. Murat’ın hacca giden eşinin adını bulamadım. Aslında bulunmayacak bir şey değil. Vakit lazım.

Kitabın bundan sonraki bölümlerinde sık sık Sultan’ın alicenaplıklarıyla karşılaşıyoruz.

Eskiden de yapılmış olsa bizim ya da başkasının bir iyiliğine rastladığım zaman seviniyorum.

Kötülüğe rastladığımda -bugün veya şimdi- dilim bozuluyor.

Hayır dilim bozulmuyor.

Dilim, dilbilgisine ve muktezayı hale muvafık, adabı muaşerete aykırı kelimelere çözülüyor.

YORUMLAR (45)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
45 Yorum