Hiçbir muktedir ‘keşke’ demiyor
Bir ürperti alır içinizi, arzın büyük bir gürültüyle silkelenip yere çaldığı koca koca yapıları gözlerinizle gördüğünüz zaman.
Ürperti… Yeterli mi hislerinizi ifade için?
Hayır.
Korkuyu da itiraf etmemiz gerekiyor.
Fizik ve metafizik korku.
Karanlık… Kimse yok.
Allah’tan başka kimse yok.
Yerin altından gelen müthiş bir sayha. Ardından arz silkeleniyor. Bu kuvvetin karşısında ne yapabilirsiniz ki?
Zemin sizi üzerinden atıyor. Yerden yere çalıyor, duvardan duvara fırlatıyor.
Allah’a sığınmaktan başka ne yapabilirsiniz ki?
***
Gaziantep’teyiz. Şehir merkezinde bir felaket izi yok. Sadece havalimanında yardım malzemelerinden oluşan kargolar.
Kahramanmaraş buraya yakın, önce oraya gidelim.
Arkadaşım Mustafa Karaalioğlu’yla beraberiz. Yola çıktık.
Mustafa Pazarcık’ı bir görelim dedi, orası ilk depremin merkez üssü.
Pazarcık yakın, 54 kilometre. 30. kilometreden itibaren yolun iki yanında tek tük yıkıntılar görmeye başlıyoruz.
Şu anda, yıkıntıların altında ara sıra küçük irkilmeler dışında sakin duran yeri de görüyoruz.
Muazzam yer kütlesinin harekete geçtiği müthiş anı gördüklerimizden hareketle tahayyüle çalışıyoruz.
Nasıl devinmiştir yeryüzü?
Nasıl savrulmuştur evler?
La havle ve la kuvvete illa billah!
Pazarcık’ta insanlarla dertleşiyoruz.
Deprem anını anlatıyorlar, enkazdan nasıl kurtulduklarını.
Bir adam, adı Cemal, eşi, beş çocuğu ve torunuyla enkazdan çıkmış.
Kimse yoktu diyor. O saatte kim, nasıl gelsin?
Ana caddede küçük, baraka gibi bir büfeciği var. Çocuklarım kurtuldu diye, sevinçten ve şükürden orada gözleme yapıp insanlara dağıtmış.
Pazarcık’ın gurbetçisi çok. Birçok ev bu mevsimde meskûn değil. Evleri de genellikle sağlam.
Bu yüzden, depremin merkez üssü olmasına rağmen can kayıplarının nispeten az olduğunu düşünüyorlar.
800 civarında can kaybından söz ediyorlar. Yani sadece ‘nispeten’ az.
Kaymakamlığın önünde yardım çadırları var. Afad’ın, Kaymakamlığın, sivil kuruluşların.
Buralardan yardım malzemesi dağıtıyorlar, ihtiyaç sahiplerinin başvurularını kabul ediyorlar, sağlık hizmeti veriyorlar.
Bankalar da müsait yerlerde seyyar şubeler oluşturmuş.
Enkazlar yerlerinde duruyor. Yoğun bir faaliyet yok. Kıyıda köşede küçük küçük hayata dönüş alametleri.
***
Kıyametin asıl izlerini Kahramanmaraş’ta gördük.
Tamamen moloz yığınını dönmüş koca koca bloklar.
Her enkazın başında ekskavatörler.
İki genç kız ekskavatörlerin harıl harıl çalıştığı enkaz yığınlarına yaklaşıyor.
“Annemi kaybettik” diyor biri. Ağlayası var.
Görevli polisten enkazda annesine dair bir hatıra aramak istediğini söylüyor.
Mümkün değil. Birkaç gün önce bir moloz kamyonu enkazın yakınlarında dolaşan birini ezmiş.
O kadar ölümün arasında bir ölüm. Büyük trajedinin içinde bir münferit trajedi.
Büyükşehir Belediyesi açık. Faal. Genel Sekreter Dr. Rüstem Keleş’ten bilgi alıyoruz. Şehrin Ahır Dağı’nın eteklerine doğru değil de ovaya doğru genişlemesinin yanlışlığını anlatıyor. Rüstem Bey 1999 depremini Adapazarı’nda bütün şiddetiyle yaşamış. “Bu başka bir şeydi” diyor.
Belediye binasının çevresinde yardım faaliyeti yoğun. 12 Şubat Stadı da yardım merkezine dönüştürülmüş. Afad, Umke, Sağlık bakanlığı, Yeryüzü Doktorları ve başka birçok kuruluş oralarda insanların derdine derman olmaya çalışıyor.
Arkadaşımız Galip Dalay’ın kardeşi Beytullah’ın enkazı altında kalarak vefat ettiği (Yimpaş adıyla da bilinen) Saffron oteli Belediye’ye yakın.
Enkazı tam bir moloz yığınıydı.
Otelin depremden önceki resimlerine baktım. 4 yıldızlıymış. Güzel görünüyor. Şimdi yok. Otel de içindeki insanlar da…
Bine yakın insanın hayatını kaybettiği Ebrar sitesinin yerinde şu anda lebalep enkazla dolu devasa bir çukur var.
Enkazda bulunan birkaç kitabı, bir fotoğraf albümünü, mutlu bir günün anısı bir gelin-damat fotoğrafını belki sahibi ya da yakınları gelir alır diye yolun kenarına bırakmışlar.
Gelir mi? Alır mı? Yoksa o hatıraları da süpürüp yitirecek mi rüzgâr…
Trabzon Caddesi’nin, Azerbaycan Bulvarı’nın iki yanı yerlere serilmiş.
Ulu Cami’nin minaresi camiin üstüne yıkılmış.
Yamaçlarda, eski şehirde yıkım daha az.
Her taraf kasvet.
Hüzün, şehrin iliklerine kadar işlemiş.
İnsanlarımız acılı.
Hala hiç kimse ‘keşke’ demiyor: ne bir sorumlu ne bir muktedir.
“Şehirlerimizi doğru dürüst imar etseydik de bunca acıyı insanlarımıza çektirmeseydik…”