Hiçbir ihtiyar fikrinden dönmüyor
Karamazov Kardeşler’deki İvan anlatmaya devam ediyor.
“Sevilla başkilisesinin avlusuna girdiği zaman bir aile ağlaşarak kiliseye açık beyaz bir tabut getiriyor. İçinde şehir büyüklerinden birinin biricik kızı yatıyor. Kalabalıktan birisi ölünün ağlayan annesine “O çocuğunu diriltir” diye bağırıyor. Birdenbire ölünün annesinin çığlığı duyuluyor, kadın O’nun ayaklarına kapanarak ellerini uzatıyor, “Gerçekten sen O’ysan evladımı dirilt. Küçük tabutu avluda O’nun ayaklarının dibine bırakıyorlar. Merhamet dolu bakışını ölüye çevirerek yavaş yavaş ‘talita kumi’ diyor, küçük kız diriliyor. Tabutunda doğrulup gülümseyerek hayretle etrafındakileri süzüyor. Halk şaşkına dönüyor, çığlıklar, hıçkırmalar duyuluyor.”
“Talita kumi” ‘küçük kız kalk’ demek. Aramice. Yani İsa Aleyhisselam’ın ana dili. Buradaki “Kumi” kelimesi Arapça’da da “Kalk” anlamına geliyor.
“Tam o anda şehir meydanından Büyük Engizisyoncu Kardinal geçiyor. Tabutu O’nun ayaklarının dibine koyduklarını, kızın dirildiğini, hepsini gördü.”
Fakat, Büyük Engizisyoncu dinin imkanlarından istifade ile turulmuş ‘müesses nizam’ın mühim bir mevkiini işgal ediyor. Mucizeyi görmüş de olsa müsaade eder mi bir Peygamber’in -ya da Katolik inanışa uygun olarak- ‘Tanrı’nın gelip kurulu düzene müdahale etmesine?
“Kardinalin gür, kırçıl kaşları çatılıyor, bakışı kötü kötü parlamaya başlıyor. Bir el işaretiyle muhafızlara O’nu yakalamalarını emrediyor. İhtiyarın sözü o kadar geçiyor ve halk o derece uysal, sessizce boyun eğmeye alışık ki, hepsi muhafızların önünde açılıyor. Muhafızlar ortalığı kaplayan derin sessizlik içinde O’nu yakalayıp götürüyorlar. Daha sonra halk ihtiyar engizisyoncunun önünde yerlere kadar eğiliyor; o, kalabalığı sessizce kutsadıktan sonra yoluna devam ediyor.”
Dostoyevski’nin İvan’ın ağzından anlattıkları tabii ki sanatçı muhayyilesinin ürünü.
Yani, Karamazov Kardeşler’deki bu pasajı delil kabul ederek “Gördünüz mü, kurulu düzen Tanrı’yı bile tutukluyor” diyemeyiz.
Ama tutarlı mı söyledikleri?
Bir kurulu düzen varsa ve yeterince güçlüyse, Peygamber geldi diye elindeki iktidarı bırakmaya razı olur mu?
Olmaz.
Tekrar tekrar düşünün. İsteseniz de muktedirlerin, İsa’yı hemen ve büyük bir hürmetle kendi hiyerarşik düzenlerinin zirvesine çıkardıklarını tahayyül edemezsiniz.
Küçük veya büyük, bir iktidarı olan hiç kimse, hakikatin gelip o iktidarı gölgelemesini istemez.
“Hiç kimse” diyerek fazla mı kesin konuştum?
Biraz tenzilat yapabilirim.
İstisnalar olabilir. İstisnalar kaideyi bozabilir.
Fakat kurulu düzen istisnaları bertaraf etmekte çok zorlanmaz.
İstisnalar kaideyi bozsa da kurulu düzeni bozamaz. Tarihi tecrübeyle de sabittir ki kurulu düzen kendisini yeniden tesis eder.
Hangi tarihi tecrübe derseniz…
Çok uzağa gitmeye gerek yok, bizim tarihimizde bile “Saadet” çağının çok kısa sürdüğünü görürsünüz.
Büyük Engizisyoncu tutukladığı ‘Tanrı’yı ziyarete gidiyor.
“Demek sensin! Sensin öyle mi?” diyor. Karşılık almayınca aceleyle “Cevap versene, bir şey söyle!” diye ekliyor. Ama ne söyleyebilirsin, zaten bundan önce söylediklerine bir şey katmaya hakkın yok. Neden bize engel olmak istiyorsun? Bize engel olmak için geldiğini kendin de biliyorsun. Ama yarın ne olacağını biliyor musun? Kim olursan ol, yarın hüküm giydirip en azılı zındık olmak suçuyla yakacağım seni. Bugün ayaklarını öpen halk yarın bir göz işaretimle atılacağın ateşe odun taşımaya koşacak.”
Gerçekten öyle mi oluyor? Yani engizisyon ‘Tanrı’yı yakıyor mu?
Dinin yerini başka bir şeyin aldığını, dinin kaynağındaki berraklıktan uzaklaşıp başka bir şeye dönüştürüldüğünü düşünmek için bir fırsat sağlıyor öykünün bu kısmı.
Neyse ki, dünya romanının pîri başka bir sahne tasarlıyor. (Sahnedeki öpücüğü yadırgamaya gerek yok, Rus geleneği.)
“Engizisyoncu sözünü tamamlayınca bir süre Mahpusun karşılık vermesini bekler. Sessizliği sıkmaktadır onu. Birden mahpus ona yaklaşarak kansız, doksan yıllık dudaklarından sessizce öpüyor. Yanıtı bu oluyor. İhtiyar tepeden tırnağa sarsılıyor. Dudakları kıpırdanıyor, kapıyı açarak ‘Git ve bir daha gelme’ diyor ona. ‘Hiç gelme, asla, hiçbir zaman.’”
“Mahpus, şehrin karanlığında kayboluyor.”
“Ya ihtiyar?”
“Aldığı buse kalbini yaktığı halde fikrinden dönmüyor.”
Hayatta da öyle… Hiçbir ihtiyar fikrinden dönmüyor.