Hey gidi çikolata!
Bir anketçi genç aramıştı, Kızılay’la ilgili bir anket yapacakmış, kendisine vakit ayırabilir miymişim.
Şimdi değil. AK Parti iktidarının ilk yıllarındaydı.
Hoşlanmam anket soruları cevaplamaktan. Çünkü senin tercih edeceğin seçenek nadiren bulunur anketçinin seçenekleri arasında.
Senin ne dediğini de ilave edemezler ankete. Etseler bile sonunda yapacakları hesaplara dahil etmezler.
Fakat anketi yapanlar genellikle öğrenciler. Yaptıkları anket başına küçük bir ücret alıyorlar.
İşte o çocukların üç beş kuruş harçlık kazanması için çoğu zaman kabul ederim taleplerini.
“Gel” dedim çocuğa, saatini kararlaştırdık, anketi yaptık.
Tahmin ettiğim gibiydi, benim seçeneklerim çocuğun elindeki kitapçıkta yok.
Delikanlının en çok üzerinde durduğu soru, “Kızılay bir devlet kuruluşu olarak mı faaliyet göstersin, yoksa özel bir kuruluş olarak mı” sorusuydu.
Dedim ki, “İster özel olsun ister kamu, görevini yapsın, iş üretsin.”
Bu sorunun hikmetini şimdi şimdi anlar gibi oluyorum.
17 Ağustos depreminde başarılı olamadı Kızılay.
Felaket çok büyüktü. Belki de başarı imkansızdı.
Fakat 17 Ağustos’ta biz, Türkiye olarak bir yardımlaşma tecrübesi edindik.
Sivil kuruluşlar, devlet, millet, afetin gerçekte ne olduğunu, yardımın neyle ve nasıl yapılacağını öğrendi.
Teknoloji alanında zeka mahsulü büyük bir icat yapamadıysak da, insani yardım konusunda birkaç sınıf birden atlamayı başardık.
Açe’de , Tsunami felaketi sonrasında bana şehri gezdiren bir taksi şoförünün “Türkiye bu felakette İslam dünyasının onurunu kurtardı” demesi güzel bir şeydi mesela.
Kızılay da çok gelişti. Her yerde hazır ve nazır bir yardım kuruluşu haline geldi.
Yani, ankete verdiğim cevaptaki gibi, görevini yapıyordu, hem de çok iyi bir şekilde.
Evvelce sadece AKUT vardı. AFAD, UMKE gibi kuruluşlar Türkiye’nin afet hallerine müdahale kapasitesini çok arttırdı.
Van depreminden sonra, Türkiye, Van’ı adeta yeniden imar etti.
Elazığ depreminde de devletçe, milletçe iyi sınav verdik.
Neresi iyiydi sınavın?
Deprem olduktan sonraki yardım kısmı iyiydi.
Tedbir konusundaki vurdumduymazlığımız devam ediyor.
Binalarımızı depreme dayanıklı hale getirmek için kılımızı kıpırdatmıyoruz.
Tamam da, Elazığ’daki depremin etkilediği nüfus, beklenen Marmara depreminin etkileyeceği nüfusa göre çok az.
Elazığ’ın, Malatya’nın afetzedelerini Türkiye şimdiki kapasitesiyle kuş sütüyle besleyebilir.
20-30 Milyon nüfuslu bir coğrafi alanı harap edecek bir depreme (bunu sağ kalanlar için söylüyorum) kim nasıl yetişecek?
Bu sorunun cevabını veren de yok arayan da.
Deprem olduktan sonra yardım kamyonlarının, tırlarının yanında verilen pozlar herkese daha cazip geliyor.
Yeter ki algı iyi olsun.
Depremin yaraları henüz sarılırken bir Kızılay meselesi düştü gündemin ortasına.
Kızılay, Ensar Vakfı’na yapılacak bir bağışa aracı olmuş.
Nereden icap etmiş? Yardım doğrudan Ensar’a yapılamaz mıymış?
Arabada radyoyu açtım, baktım Kızılay Başkanı Kerem Kınık Veyis Ateş’e röportaj veriyor.
Tanışmıyoruz ama hakkında hüsnü zannım var. Sonuna kadar dinledim röportajı.
Kim vermiş, ne vermiş, niye vermiş, bunların üzerinde durmadım.
Kerem Kınık ‘vergi kaçırma değil vergiden kaçınma’ diye bir tabir kullandı, bunu da maliye terimleri dağarcığıma dahil ettim.
Müsiad’ın Sütlüce’deki binasını satın almışlar, oraya taşınmışlar. Filan yerde bir bina almışlar, şirketler kurmuşlar, şirketlerin yönetim kurulları varmış, bütçeleri şu kadarmış, maaşları varmış, alıyorlarmış, veriyorlarmış.
Yardım hikayelerinden çok para pul hikayeleri.
Sanki bir yardım kuruluşunun idarecisi değil, Varlık Fonu’ndaki şirketlerden birinin CEO’su konuşuyor.
Bir saat sürmüş müdür Kerem Kınık’ın röportajı?
Dinlerken, soğudum Kızılay’dan.
Kınık’ın konuşma tarzından dolayı değil, ne yapsın adam, bildiğini, yaşadığını anlatıyor.
Yardım fikriyle pek bağdaştıramadığım alış-veriş hikayelerinden dolayı.
Bizim insani kapasitemizi neden böyle yıpratıyorlar?
Aşağı yukarı 15 sene önce anketçi çocuğun bana sorduğu “özel kuruluş-kamu kuruluşu” seçeneği geldi hatırıma.
Anketçi, anket bitince Divan Pastanesi’nden alınmış güzel bir kutu çikolata takdim etmişti bana.
Dedim ki, “Bu çikolata kutusundan anlayabilirsin, sendeki cevap şıklarıyla benim cevaplarım neden uymuyor. Şimdi, Divan Pastanesi’nden çikolata satın alıp bana vermek Kızılay’ın vazifesi midir? Kızılay, bana çikolata almak için mi milletten para topluyor?”
Hey gidi çikolata!
Çok gerilerde kaldı.