Herkesin içindeki faşizm
Komünist Enternasyonal ya da Komintern, 1920 yılında Bakü’de “Doğu Halkları Kurultayı” düzenliyor. Kurultaya Rusya’nın içinden ve dışından onlarca etnisiteye mensup iki bin delege katılıyor.
Zinoyev’in açılış konuşmasından bir cümle. Bunu duvarlara yazılı bir slogan olarak 70’li yıllar boyunca her yerde gördük.
“Bütün ülkelerin proleterleri ve tüm dünyanın ezilen halkları, Birleşin!”
Etkili oldu mu bu slogan?
Oldu. Bu etki sebebiyle dünyadaki ülkelerin bir kısmı yarım asırdan fazla bir süre ‘doğu bloku’ olarak anıldı.
Doğuda, batıda, dünyanın her tarafında eşitlik isteyen, sömürüye, emperyalizme karşı çıkan kitleler oluştu.
Bizde bile.
Bütün dünyada muhteşem bir edebiyat serpildi, başta şiir olmak üzere.
Bizde bile.
Ama bütün ülkelerin proleterleri birleşemedi.
Birleşseydi ne olacaktı?
Maalouf’u okurken, iktidar kavgaları, ideolojik rekabetler, nüfuz mücadeleleri ve sağcıların da solcuların da içinde yatan faşizm sebebiyle birleşebilenlerin de birleşemeyenlerin de doğru bir yere varamadığını düşünüyorsunuz.
(Sizin de dikkatinizi çekmiyor mu? En liberallerin bile gücü ellerine geçirdiklerinde içlerinden bir faşist çıkıyor.)
Komünizmin mukadderatı konusunda şöyle bir cümle kuruyor Maalouf:
“Gezegen çapındaki bu geniş hareketin içinde öne çıkan çok çeşitli ve çok ayrıksı güzergahlara sahip birçok şahsiyet olacaktı. Komünizmi eleştirenler Stalin, Beria, Vişinski, Lissenko, Pol Pot veya Mengistu isimlerini dillerinden düşürmez; komünizmi destekleyenler ise Antonio Gramsci, Oscar Niemeyer, Pablo Neruda, Pablo Picasso, Paul Eluard, Louis Aragon veya Nazım Hikmet isimlerini hatırlamayı tercih eder.”
“Kesin olan şey ise Ekim Devrimi’nin hem muhteşem bir umut uyandırdığı hem de muazzam bir hayal kırıklığına yol açtığıdır.”
2. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyasının mağlup edilmesindeki rolü Stalin’e ve Sovyetler’e itibar kazandırdı.
“Sovyetler Birliği, 1945’ten itibaren önce Stalin sonra da onun halefleriyle Batı’nın yüzlerce yıllık üstünlüğüne karşı müthiş bir meydan okumayı temsil edecekti.
Sonra ‘soğuk savaş’ başladı.
“Dünya o sırada politik, ekonomik, entelektüel ve medyatik alanlarda devasa bir bilek güreşine tanıklık ediyordu.”
“Avrupa’da uzun süre Sovyet ordularının yeniden ilerlemeye başlayıp kıtanın batı yarısını ele geçireceklerinden korkuldu.”
Korkunca tedbir arıyorsunuz. Mesela NATO’yu kuruyorsunuz. Savaştan bitap düşmüş Avrupa’yı iyileştirmek için Marshall yardımları yapıyorsunuz.
(Marshall yardımlarına biz de maruz kaldık. Kalkındırma amaçlı olmaktan ziyade beyaz un, kötü bir yağ şeklinde iane olarak.)
Sonunda “İtalya ve Fransa’da demokratik kurumlar diktatörlük ve işgal yıllarından sonra normal işleyişlerine yeniden kavuşurken Doğu Avrupa ülkeleri hatta savaştan önce gelişen bir demokrasiye sahip olanlar bile siyasal yaşam adını taşıyan her şeyin yavaş yavaş yok oluşuna tanık oldular.”
George Orwell’in 1984’ü o yıllarda yazıldı.
“1949’da yayımlanan roman Stalinist türde bir iktidara boyun eğmiş ve korkunç bayağı bir nitelemeyle “Bir numaralı iniş pisti” adı verilmiş İngiltere’de geçer. Orwel sanki şunu söylemeye çalışmaktadır: Böyle bir kader yaşamamak için diğerine karşı savaştığımız kararlılıkla bu yeni düşmana karşı da savaşmamız gerekecek.”
Amin Maalouf’un Labirent’inde (YKY) Rusya’yla ilgili bölümü okurken kendi kuşağımın gençlik yıllarına, 70’lere, 80’lere gitmem yadırganmamalı.
Solcu arkadaşlarımız güzel anlatıyorlardı.
Herkes eşit. Herkes mutlu. Kompradorları sevmiyoruz. Patronları sevmiyoruz. Kapitalizme karşıyız.
Biz de sevmiyorduk. Ama biz Müslümandık.
İyisiniz, hoşsunuz da Müslümanlığa niçin karşısınız?
Solcu akranlarımız bu suale bizi tatmin edecek bir cevap bulamadılar.
Yine de komünizmin bir alt modeli, sosyalizm İslam dünyasında az çok bir kabul gördü.
Hatta 1960’lı yıllarda ‘İslam sosyalizmi’ diye bir akım bile gelişti.
Dünya sistemi bu rüzgârı dengelemek için karşıtını üretmekte zorluk çekmedi.
Solcu ve sağcı gençler İstanbul’un ve bütün Anadolu şehirlerinin sokaklarında birbirini öldürdü.
Birbirleriyle amansızca ve acımasızca savaştı.
Şehirlerde kurtarılmış bölgeler oluştu.
Yollarda insanlara sağcı mısın solcu musun diye soruldu.
Yanlış yerde yanlış cevap verenler dövüldü, öldürüldü.
Aslında başkasının savaşıydı. Ama bizim insanlarımızın kanı döküldü.
Daha çok şey oldu.