‘Hangi günahtan ötürü öldürüldü?’
Kâinatta çok ayrıntılı, ince ince tasarlanmış, hiçbir aklın kuşatamayacağı muhteşem bir düzen var.
Kafası işlem görmemiş, ümmi insanların da ilim dünyasının içinde ilmin incelikleriyle haşır neşir olanların da hayran olacağı bir düzen.
İkisinin hayranlığı birbirinden farklı olabilir.
Biri cahilane ve yalın. Geceyle gündüzün birbirini takip etmesine, bir kedinin yavrusunu sevmesine, toprağa attığını tohumların ekin olup topraktan fışkırmasına, yağmurun yağmasına şaşırabilir.
Ya da bir ilim sahibi, elektronların çekirdeğin etrafında, o ölçülemeyecek kadar küçük bir alanda saniyede 2 bin 200 kilometre hızla dönmesinin, maddede renkleri oluşturan moleküler niteliklerin, insanın o renkleri algılayabilmesinin ve bütün bunların çok büyük bir süratle gerçekleşmesinin inceliklerine vakıf olarak, cahilinkinden daha nitelikli bir hayranlık hissedebilir.
Her şey mükemmeldir, kusursuz. Mülk Suresinde anlatıldığı gibi…
“Rahman’ın yaratışında bir boşluk göremezsin. Yedi göğü tabaka tabaka, birbirlerine mutabık olarak yarattı. Gözünü çevir bak, bir eksiklik görüyor musun? Sonra bir daha bak, bakışın bitkin, hüsrana uğramış olarak sana geri dönecektir.”
Yok bir boşluk. İşlenmemiş, düzene konulmamış hiçbir şey yok.
Ne galaksilerde, yıldızların, gezegenlerin birbirinin peşinde dolaşmasında, ne yer altındaki böceklerin yaşayışında, rızıklandırılmasında ne denizlerde ne de toprağın üstünde. Ne hayvanatta ne nebatatta.
Ne aleme dağıtılan sevgide.
Ne de gazapta.
Mucizevi bir şey bu.
Bazı sufilerin keramete, mucizeye takılıp kalması garip.
Bir insanın suyun üzerinde yürümesine, birtakım harikuladelikler göstermesine lüzum yok. Her şey mucize.
Yiyeceklerin bir lezzetinin olması, bizim o lezzeti hissedebilmemiz.
Baharda yaprakların, çiçeklerin açması, ağaçların meyve vermesi.
Günbatımında doğu ufkunu istila eden büyüleyici kızıllık.
Bütün bunlar için teşekkür eder misiniz?
Şu anda herhangi bir şeyi ispat etmeye çalışmıyorum.
Bu satırları okuyanları herhangi bir şeye ikna etmeye de çalışmıyorum.
Öyle bir adetim yok, niye ikna edecekmişim, herkes kafasını kendi üslubuyla kullansın ve nereye varmak istiyorsa varsın.
İkna olmaya ihtiyaç duyuyorsa kendi kendini ikna etsin.
Sadece yazılı düşünüyorum, zihnimden geçeni, tabii ve mümkün olduğu kadar temiz kelimelerle kâğıda döküyorum.
Sıkılanlar okumayı bırakabilir. Çünkü herhangi bir politik görüşe, herhangi bir taşkın egoya hitap etme maksadı gütmüyorum.
Bazen şöyle düşünür müsünüz?
Bu alemin, bu evrenin, bu mükemmellikte, bu kadar ince ince, bu kadar hesap edilmiş, bu kadar güzel var olması saçma değil mi?
Evvela imkânsız, sonra saçma.
Alemin var olması saçma. Bütün kâinatın birbirinin etrafında ve birbirinin içinde muntazaman ama büyük bir heybetle dönmesi saçma, insanın var olması saçma.
İnsan beyninin, bir avuç et ve yağ parçasının dünya kadar işin hakkından gelecek kabiliyette olması saçma. Elektrik denen şey saçma. Atomun parçalanması saçma. Kütle çekimi saçma. Mıknatısın kuzey-güney doğrultusunu göstermesi bile…
Mükemmel, harikulade bir saçmalık bu.
Bütün cesametiyle… Aslında bütün cesametiyle değil, cesametinin görebildiğimiz, idrak edebildiğimiz kısmıyla var olduğu ispata gerek olmayacak kadar açık olduğu için ‘saçma’ diyemiyoruz.
Bunca mükemmelliğin içinde bir boşluk, hatta bir başıboşluk yok mu?
İnsan fiillerinin tedavül ettiği, hükümran olduğu…
İnsanın iyilik ettiği, alemin iyi halde olmasını istediği ve bunun için çırpındığı… Sokağı süpürdüğü, kediye köpeğe su verdiği, kışın kuşlar aç kalmasın diye balkonlara, köşelere buğday serptiği alan. Bir yetimin başını okşadığı alan.
Mesela Rachel Corrie’nin, Filistinlilerin evi yıkılmasın diye İsrail buldozerinin önüne dikildiği ve katledilinceye kadar çekilmediği alan.
Ve insanın tekebbür ettiği, zulmettiği, vurup kırdığı, sömürdüğü, haksızlık ettiği… Masum insanların evlerini ocaklarını bombaladığı… Hatta Hiroşima’ya atom bombası attığı alan.
Gazze’yi yerle bir ettiği, anneleri, bebekleri öldürdüğü alan.
Bir çocuğun, “Babamı öldürdüler, babam ölmeseydi paltom olurdu üşümezdim” dediği alan.
Boş mu bu alan?
Bu alandaki boşluk, kâinatın geri kalanındaki mükemmellikle çelişiyor.
Her şey kusursuzsa o kusursuzluğun bu alana erişmemesi saçma.
Her şeyin yerli yerinde, her şeyin mizana uygun olduğu kâinatta bu boşluğun olmaması lazım.
Böyle bir boşluğun olamayacağını arka plandaki mükemmelliğe bakarak anlayabiliriz diye düşünüyorum.
Ya da…
“Diri diri gömülerek öldürülen kız çocuğuna hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman…”