Diyanet kendi işverenini nasıl tenkit etsin?
Hepsini yazacak değilim; ardından Balıkesir’e il müftüsü olarak atandı ve 30 yıla yakın il müftülüğü hizmetinde bulundu.
Bu sırada ben de Diyanet teşkilatı ve camiası hakkında bir fikir edinmiş miyimdir?
Bana sorarsanız edindim.
Tabiatım gereği eleştirel bakıyordum.
Ama babamın ve teşkilat içindeki sayısız iyi ve yetişmiş insanın emeğini, içtenliğini görebilecek durumdaydım.
İyi insanların iyiliğini, fitneci, fesatçı, menfaatçi, dedikoducu, sorumsuz tiplerin kötülüğünü…
O kadar çoktular ki…
O zamanlar zihnime gelip gidiyordu.
Diyanet diye bir teşkilat olmasa ne olur?
Veya…
Diyanet özerk olsa bir şey değişir mi?
Zihnime gelen bu düşüncelerin hiçbiri bir tez oluşturacak kaliteye ulaşamıyordu.
Bu kadar cami var, on binlerce imam, müezzin, müftü, vaiz, Kur’an kursu öğretmeni. (Diyanetin personel sayısı 140 bini geçmiş. Astronomik bir rakam.)
Camilerden ezan okunuyor, bu lüzumlu bir şey.
Eh, kabukta bir din anlatıyorlar. Kimse o anlattıkları dini öğrenmekle alim olmaz. Zaten çok küçük bir azınlık dışında kimse de dinlediğini anlayacak kadar dikkatle dinlemiyor.
Diyanet, rejimin kendince bulduğu bir çözüm olabilir. Camileri, cami cemaatini başıboş bırakmayalım, bünyemizde kalsın.
Laiklik ilkesiyle çelişmesi de bilmecenin çözülemeyen kısmı olarak orada dursun.
Sonra, bir takım dini aşırılıkların daha sık duyulur olduğu dönemlerde Diyanet’in anlattığı İslam’ın -bütün ihtirazi kayıtlarım mahfuz olmak şartıyla- toplum için bir vasat sayılabileceğini düşünmeye başladım.
İhtirazi kayıt?
Sayısız.
Bir tanesi, Diyanet’in devlete çok bitişik olması.
Bunu, Diyanet’ten sorumlu devlet bakanı Bekir Bozdağ, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Ekrem Keleş ve üç Diyanet İşleri Başkan Yardımcısının birlikte düzenledikleri bir basın toplantısında dile getirmiştim.
Tabii ki çözülmesi gereken başka önemli sorunlar var.
Mesela, Sünniler için bir dini hizmet veriliyor.
Aleviler ne olacak? Onlar dışarıda mı tutulacak?
Onlar da kendi başlarının çaresine baksın!
Yahu Aleviler bu memleketin vatandaşı değil mi?
Böyle sorunları çözmek siyasetin işidir.
Türkiye’de herhangi bir siyasetçi, bir siyasi oluşum, sağcı veya solcu, bırakın çözmeyi bu sorunun varlığını bile telaffuz etmedi.
Diyanete dair bu kadar mesele nereden hatırıma geldi?
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2024-2028 stratejik planı açıklanıp içindeki sekülerleşmeyle ilgili kaygılar kamuoyuna haber olarak yansıyınca.
Bu kaygının, rejimin içindeki ‘laiklik’le ilgili bir kaygı olduğunu zannetmiyorum.
Laikliğin nasıl yorumlanması gerektiğine dair bir kaygı da değil.
Anladığım kadarıyla insanların, bireylerin, toplumun dini hayattan hissedilir bir şekilde uzaklaşmaya başlamasıyla ilgili.
Bu kaygıyı gidermek için evvela insanların dinden uzaklaşmasının sebeplerine bakmak gerekiyor.
Peki ya bu uzaklaşmanın sebeplerinden biri belki de en önemlisi siyasetteki, devlet işlerindeki yozlaşmaysa?
Ehliyetin, liyakatin gözetilmemesinin, para pul işlerinde şeffaflığın olmamasının, kul hakkına yeterince riayet edilmemesinin bu gidişata bir etkisi varsa?
İnsanlar dini siyasetin yanında hatta içinde tutarak siyaset yapan insanların hallerine bakarak dinden soğuyorsa?
Diyanet, devlete, siyasete bu kadar bitişik haliyle bu nevi sebepleri tespite ehil olabilir mi?
Biraz zor.
Biraz değil, çok zor.
Diyanet teşkilatı nasıl kendi işverenini tenkit etsin?