Canı acıyanlar can acıtabilir
Çarşıdan pazardan haberim oluyor. Evimizin alışverişinin çoğunu ben yapıyorum. Domatesin 7-8 liradan 30-40 liraya zıplayışını takip edebiliyorum. Kıvırcık dedikleri marulların pazarda 3-4 liradan 8 liraya, sonra 15’e, 20’ye çıktığını da.
Pazarcılar ürünlerin çoğuna etiket koymuyor. Soruyorum, niye etiket koymuyorsunuz? “Utanıyoruz abi, eriğe nasıl 60 lira yazalım.”
Bazıları yarım kilosunun fiyatını yazıyor. Yanılıp sivri biberi 15 lira sanabilirsiniz. Parayı öderken acı gerçeği öğrenirsiniz.
Bahar geldi, belki düşer fiyatlar diyordum, düşmüyor.
Niye düşmüyor?
Meyve ve Sebze Hali’nde kabzımallık yapan bir esnafla konuştum.
“Abi” dedi “İhracat devam ediyor. Düşmez bu fiyatlar.”
İhracat devam etmesin diyemezsin.
Fiyatlar düşmesin de diyemezsin.
Enflasyon düşecek, hiç diyemezsin. Belli ki Merkez Bankası’nın tahminini, Nurettin Nebati’nin gülümsemesini dinlemeyecek, çıkacak çıkabildiği kadar.
Geçenlerde Bayrampaşa’daki kuru gıda halinde tanıdığım bir esnafın dükkanında güzel bir peynir buldum.
Peynir 50 lira. Ama bakkalda markette 100 liraya görsen alırsın.
Aldım bir miktar. Gazetedeki arkadaşlara da tattırdım. Beğenenler oldu, sipariş verdiler.
Birkaç gün sonra siparişleri almak için uğradım.
“Abi 70 lira oldu” dediler.
Şaşırdım. Birkaç gün içinde yüzde 40 zam.
Süte zam gelmiş. Maliyeti ancak öyle kurtarıyormuş.
Süte zam gelmesi iyi. Çünkü sütçülük yapan çiftçi yem parasıyla sütün fiyatı aynı hizaya gelince hayvanını kasaplara satmaya başladı.
Hayvanlar et için satılınca, yerli hayvan stoku azaldıkça, et de pahalanır, süt de peynir de…
Bizim yetkililer fiyatlar arasındaki bu ilişkiyi galiba hesap edemiyor.
“Tantuni 20 liraydı, şimdi 45 lira olmuş. Sahibine sordum, satışlar artı diyor, ben de anlamadım.”
Öğle yemeğinde lokantaya gidenler lokantada fiyatlar artınca tantuniciye düşmüş olabilir mi?
Giyecek alırken daha çok Pazar yerlerindeki etiketsiz ürünlere ya da ‘outlet’ mağazalarına yöneliyoruz. Oralarda da fiyatlar mağazaların bir yıl önceki fiyatlarına yetişti. Giyecek, yiyecek kadar acil değil. Almayalım o zaman.
Konut fiyatları?
Bir ara birkaç varlıklı esnafın sohbetine kulak misafiri oldum.
“1,5 milyona almıştım üç buçuk oldu, bir yılda iki milyon kar ettim” diyor arkadaşın biri.
Bu kadar kriz var. Memurun, işçinin geliri her gün düşüyor.
Konut fiyatları da katlanarak artıyor.
Ama bu sene geçen seneden yüzde 25 daha fazla konut satılmış.
Kim alıyor bu konutları?
“İşçi memur almıyor” diyor sektördeki iş adamı. “Birikmiş parası olan zenginler alıyor. Parasının değerini korumak için.”
Haklı olabilir, emlak dövizden daha hızlı arttı.
Dar gelirli ev alabilir mi?
Kime sorsan cevabı kesin.
“A-la-maz. Artık hayal.”
Bu sıralar ev sahipleri kiracıların peşine düştü. Deli gibi yükseldi kiralar. Geçen yıl iki bin lira olan evin kirası 6-7 bin lira. Bir bahane uydurup kiracıyı çıkarıyorsun. Birdenbire kira gelirin üçe katlanıyor.
İbrahim Kahveci ara sıra yazıyor. Evlilikler azalmış, aile başına çocuk sayısı azalmış.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da “En az üç çocuk” demiyor eskisi kadar.
Nüfusumuzdaki durgunluğu sığınmacılara havale ettik muhtemelen.
Hayata yeni başlayacak gençler hane sahibi olmaya nasıl cesaret etsin? Geçen yıl 2 bin liraya ev tutmayı düşünürken şimdi bütün maaşlarını ev kirasına yatırmaları gerekiyor. Nasıl yuva kursunlar?
Aile aile deyip duruyoruz, nasıl aile olabilsinler?
Peki nasıl geçiniyor asgari ücretliler. Bırakın asgari ücretlileri, 8-10 bin lira maaş alanlar veya birkaç yıl önce ‘orta halli’ sayılanlar nasıl geçiniyor?
Hele işsizler ne yiyor ne içiyor?
Ekranlarda ahkam kesenler arasında, kürsülerde nutuk atanlar arasında, bürokrasinin, siyasetin yukarı mahallelerinde, “Hayat pahalılığı Avrupa’da da Amerika’da da var, oralarda da insanlar market kuyruğuna giriyor” diyenler arasında bu sorunun cevabını bilen kimse yok.
Siyasetçiler şunu bir kenara yazsın:
Önümüzdeki seçimlerde canı acıyanlar can acıtabilir.