Bozulduk, iliklerimize kadar
Sakal diye neye diyorlar?
Ne demek sakal diye neye diyorlar? Erkeklerin yüzlerinde çıkan kıllar işte, başka neye diyecekler?
Bir resmi dairede yaptırdığı işi anlatırken sağ elini sakalına götürüp verdiği rüşveti ima eden insanlar gördünüz mü?
Yüzlerinde bol kaşarlı bir ifade. Zarifçe çenelerini sıvazlıyorlar. Sonra elleriyle göğüs hizalarından aşağı ceplerini işaret ediyorlar.
Gördürülen işin büyüklüğüne göre, ufak tefek işlerde birkaç yüz, orta ölçekli işlerde birkaç yüz bin, büyük işlerde, ihalelerde birkaç milyon.
Bazen dolar, bazen lira…
Bir ara ‘sakal’ı alırlardı, işini görürlerdi, sen de sağ selamet yoluna giderdin.
Sonra devir değişti, sakal prosedüründe küçük tadilatlar yapıldı.
(En çok ilerlediğimiz iki alan. Biri sakal, biri savunma sanayii.)
Sakalı yine aldılar. Yine ceplerine indirdiler. Fakat aldıktan sonra helallik istemeye, “Helal ettim” demeden seni göndermemeye başladılar.
Bir müddet böyle devam etti.
İnsan yavaş yavaş alışıyor, kanıksıyor.
Verenler de alanlar da.
Sanki vazifeli değilsin de bir tezgâh kurmuşsun, alıp satıyorsun. Adam verdiğine göre, niye alıyorsun diye de sormadığına göre, neyin helalleşmesi?
Artık “Helal et” demeye gerek duymuyorlar.
Makam değil, dükkân.
Devletin on liralık malını…
(Devletin de değil. Devlet orada vekil, milletin hakkını muhafazaya memur, mal milletin, fakirin, yetimin…)
Alıyorsun beş liraya… Sonra on liraya istediğine okutursun.
‘Okutmak?’
Tabii ki kıraatle tilavetle alakası yok.
Kıraat, tilavet, namazda, hacda, umrede.
Hacca gidince anandan doğduğun günkü gibi tertemiz oluyorsun. Sıfır günah.
Sıfır günah ve sıfır kilometrede otomobil.
“Lebbeyk Allahümme Lebbeyk!”
Buyur Allah’ım. Emret Allah’ım. Bütün varlığımla sana amadeyim Allah’ım. Bundan daha ileri bir kulluk ifadesi olur mu?
Olmaz.
Ama kime ‘lebbeyk’ dediğimizden, neye amade olduğumuzdan emin miyiz?
Güzel iş… Okuyunca ahireti, okutunca dünyayı kazanıyorsun.
Helal-haram konusunda da hassasız.
Evimize helal sertifikası olmayan hiçbir yiyeceği sokmuyoruz.
Helal sertifikası verenler de parayı nereden bulduğumuzu sormuyor.
Ulemamız da Allah selamet versin öyle müsamahakâr, öyle mütebessim!
Bizi gördüklerinde saygılar, hürmetler, reveranslar, yılışmalar, salavatlar, dualar…
Dinimiz kolaylık dini, bizi hiç zora sokmuyorlar. Dinin özünü kavramışlar!
Gerçi “Fakirler cennete zenginlerden 500 sene önce girecek” dedikleri zaman biraz canımız sıkıldı.
Fakir zekât vermiyor, hacca gitmiyor, cami yaptırmıyor, biz o kadar ‘lebbeyk’ diyoruz, fakir nasıl bizden önce cennete gidecek?
Bu hallerin yadırgandığı, bu hallerin kınandığı bir ortam biliyor musunuz?
Çok nadir.
Peki, “Filancalar yapmaz” diyebileceğiniz, kefil olabileceğiniz bir zümre, bir muhit, bir siyasi camia var mı?
Nadir bile değil. Yok.
Bozulduk, iliklerimize kadar.
Siyasetin bu gidişle dejenere olacağını ve sonunda toplumun temiz bir siyasete ihtiyaç duyacağını düşündüğüm zamanlar oldu.
Hatta bunu bir istişari toplantıda Fazilet Partisi’nin o zamanki lideri Recai Kutan Bey’e söylemiştim. Şu anda Meclis Başkanı olan Numan Kurtulmuş da oradaydı.
“O gün geldiğinde, eğer hala ilk dönemlerinizdeki gibi, gönül huzuruyla, tereddütsüz, ‘önce ahlak ve maneviyat’ sloganını söyleyecek durumda olursanız halk yeniden size yönelebilir” demiştim.
Yanılmışım.
Şimdi aynı fikirde değilim.
Toplum temiz siyaset istemiyor.