Bizim köyde bayram sabahı
Görüyorsunuz, ne Süleymaniye ne Sultanahmet. Ara sıra yazılarımda bahsi geçen, babamın yazları ikamet ettiği Potlar Köyü’ndeyim.
Sabah, oğullarım Selman ve İsmail’le camiye gittik.
Gittiğimizde babam cemaate nasihat ediyordu.
Camiden çıkınca babam cemaati bırakmıyor. Herkesin avluda birbiriyle bayramlaşmasını tamamladıktan sonra bir dua ediyor, ondan sonra gitmelerine müsaade ediyor.
Babam müsaade edince dağıldık, herkes kurbanının peşine düştü.
Şu anda evde çocuklar et doğruyorlar. Ben de Follu’nun kahvesine geldim.
Bugün siyaset falan yok. Benim de siyaset yazasım yok.
Kadro iyi. Abdurrahman “Oooy anam oy” diye diye masama yaklaşıyor. Tuluğun Hasan, (Saçının ortasında beyaz bir bölge olduğu için lakabı Sakar Hasan’dır) Salifin İsmail, Dişçinin Sabri ve Tuluğun Recep Okey oynuyorlar. Ama bir gürültü, kıyamet.
Halil Dayı’nın Hasan da burada.
Gelir gelmez bugün vaki olan bir kurban hikayesi anlattı.
Dayım İsmail ve köyün muhtarı Savaş Kesikbaş aynı kurbana girmişler.
Hasan’la aynı kurbanın ortaklarından Osman bir arada ama öteki ortaklar yok.
Osman, İsmail Dayıma telefon açmış. Hasan’a da, “Ben konuşurken sen tekbir getir” demiş.
Osman İsmail Dayıma “Haydi kesiyoruz kurbanı” diyor, arka planda Hasan “Allahuekber Allahuekber” diye tekbir getiriyor.
Dayım, “Emine çabuk” demiş “Uşaklar tekbir getiriyor.”
Bu arada, Muhtar Savaş da tekbiri duymuş, atletle evden fırlamış. “Durun uşaklar” demiş “Bari vekalet vereyim.”
“Halbuki tosunu ahırdan bile çıkarmamıştık” diyor Hasan.
Bu arada Halil Dayı’nın Mehmet (Taşkan) masama geldi.
Rengarenk bir adamdır Mehmet. Benim eski arkadaşımdır. Babası da dedem Mehmet Ali’nin ahbabıydı.
Türlü laflar bilir. Bizim televizyon programlarında tartışan elemanlar eline su dökemez.
Geldi oturdu yanıma, rahmetli dedemi anlatıyor.
Dedem dermiş ki, “Bu köyde iki Müslüman var. Üçüncüsü Allah izin verirse yolda.”
Kim bu Müslümanlar? Diye sorarmış Mehmet.
“Biri benim” dermiş dedem, “İkincisi Tuluğun İsmail.”
İsmail Amcayla dedem, ikisi de Ağasarlı, Düzce Saçmalıpınar’dan buraya 50’lerde birlikte göçmüşler.
İsmail amca rahmetli, evvelce, çocuklarına Siret-i Nebi’ler, Hz. Ali Cenkleri okuyan bir adamdı. Muhabbeti çok tatlıydı.
Oğlu Hikmet ara sıra bana sorardı.
“Hikaye-i Güverçin’i biliyor musun?”
Ne bileyim Hikaye-i Güverçin’i. Başka Siyer’ler okudum ama okumadım ki Tuluğun İsmail’in okuduğu Siret-i Nebi’yi.
Hikmet, bütün ‘Cenk’leri bilirdi. Hayber’in fethi, Malik Ejder, ne istersen.
Kemençeci Deli Yusuf, bazen, müşriklerin davranışlarına öfkelenir, küfür ederdi.
Hoş, Hikmet de öykülerin arasına münasip küfürler sıkıştırırdı.
“Üçüncüsü kim” demiş Mehmet.
“Üçüncüsü Koreli” demiş dedem.
Koreli, malum, eskiden her köyde en az bir tane bulunan Kore gazilerinden. Onun da adı Mehmet’ti.
Mehmet amca o sıralar camiye gelip gitmeye, ezan, kamet okumaya başlamış. Dedemle de çok oturur kalkar olmuşlar. Dedem onun için “Üçüncüsü yolda” diyormuş.
Şimdi üçü de rahmetli oldu.
Çocukken çok gelirdim bu köye. Yazları hep gelirdim.
Bu köyün çocuklarıyla inşaatta da çalıştım, fındık ameleliği de yaptım, kamyonlara odun da yükledim.
Gençlerini de ihtiyarlarını da tanırdım.
Şimdi, Follu’nun Kahvesi’ne geldiğim zaman insanların yarısını tanıyamıyorum.
Bu, bir çeşit ‘fena’ hissi veriyor.
Fena? Fanilik.
Tanıdıkların eksiliyor.
Kabristan’daki tanıdıklarının sayısı köyün içindeki tanıdıklarının sayısından daha fazla olmaya başlıyor.
Kendin de eksiliyorsun.
Sure-i Yasin’deki “Ve men nuammirhu nünekkishu fi’l halk” ayetinin işaret ettiği gibi.
“Ömür verdikçe yaratmayı eksiltiriz.”
Böyle bir şey bizim köyde bayram sabahı.
Babanla, kardeşlerinle, eski ahbaplarınla haşır neşir oluyorsun.
Kabristana gidip anneni, dedeni, ahirete göçmüş büyüklerini ziyaret ediyorsun.
Şehrin gürültüsünü bir iki günlüğüne unutuyorsun.
Allah herkese nasip etsin.