Bizi kim evirip çeviriyor?
Yetenek/sizsiniz” diye bir yarışma vardı. Zannediyorum hala var.
Bir kabiliyetli adam veya kadın sahneye çıkıyor, bazı maharet gerektiren hareketler yapıyor, sihirbazlık, akrobasi… Ya da dans ediyor, şarkı söylüyor. Hareketlerinin kalitesine göre puan alıyorlar.
Televizyoncuların ‘entertainment’ dedikleri türden bir program. Eni konu eğlence programı.
Jüride birkaç kişi var. Ya müspet puan veriyorlar ya da kötü bir mekanik ses eşliğinde bankolarında beliren çarpı işaretiyle yarışmacıyı diskalifiye ediyorlar.
Formu aşağı yukarı bu ‘yetenek/sizsiniz’e benzeyen bir Kur’an-ı Kerim tilaveti yarışması başladı sonradan. Okuyucu okuyor, jüridekiler puan veriyor.
Kur’an-ı Kerim’i güzel okumak diye bir şey vardır.
Sözün burasında Aliya İzetbegoviç’i hatırlamamız lazım.
(Aliya, 20. Yüzyılda kalan en güzel, en temiz öykümüz.)
“Hayatta nasıl uygulanacak sorusundan kaçmak için, Kur’an’ın nasıl okunması gerektiği hususunda geniş ve itinalı bir ilim ürettiler. Nihayetinde Kur’an-ı Kerîm’i, anlaşılan bir manası ve içeriği olmaksızın çıplak bir ses haline getirdiler.”
Aliya İzetbegoviç’in bu dediklerini yaptılar. Ama yapmak zorunda değildiler. Hem güzel okumak hem anlamak mümkündü.
Yarışma programı başladığı sıralarda sağdan soldan sesler geldi.
Bu ne biçim iş? Kur’an-ı Kerim’den şov programı yapılır mı? Hiç mi utanmanız yok?
Sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan yarışmanın finaline katıldı. Yarışan hafızlara iltifatlar etti.
Bizim münekkit uşaklar pıstı. Konuyu ebediyen kapattılar.
Siyasi liderliğin demek ki fikir değiştirtici bir kuvveti var.
Fikrini, fikrin yanlış olduğu için değiştirmiyorsun.
Rüzgâr gülüsün ya, rüzgâr başka taraftan estiği için değiştiriyorsun.
Ya da karakterin bozuk olduğu için.
Bu tabii kadim bir fırıldama durumu. Tarihte çok misali var.
Haklısın da… patlıcanın dalkavuğu değilsin sen, sultanın dalkavuğusun.
Birkaç gün önce Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili adli takibatın savcının talebiyle Suudi Arabistan mahkemelerine devredilmesinde bir sakınca olmadığını savunan elemanlar gördüm televizyonlarda.
Avukat, hukukçu etiketli tipler.
“Zaten elimizin altında tutuklu bir sanık yok, Suudi Arabistan’da da dava açılmış, devam ediyor, ısrar etmek anlamsızdı, devrettik, şimdi Suudi Arabistan mahkemeleri bakacak” gibi cümlelerle durumu izaha çalışıyorlardı.
Sanki adam doğranmamış da keçi kaybolmuş konsolosluğun bahçesinde!
Ne kadar kalitesiz ne kadar müptezel!
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın ettiği laflar da aşağı yukarı bu mealde.
Hukukçu lafı desen, hukukçu lafına benzemiyor, İlahiyatçı desen ilahiyatçı lafına benzemiyor.
Gafletimi bağışlayın. Aslında benziyor.
Hukukçuların, ilahiyatçıların kerteriz kabiliyetleri fena değildir. Çabucak intibak ederler. Mukteza-yı hale göre konuşmayı becerirler.
Mukteza-yı hal, daima, doğruyu değil, daima emredileni savunma halidir.
Belli ki bu cinayeti Suudi devlet yetkilileri işlemiş.
Belli ki Türkiye’de işlemiş.
Katiller, Kaşıkçı’yı testereyle kestiler, sonra, İstanbul’un kaldırımlarına basa basa çekip gittiler.
Cinayetten sonra iyiydi bizim yetkililer.
Cumhurbaşkanı Erdoğan hiç hatır etmiyordu. Veliaht prensi ima eden açıklamaları yapıyordu.
“Kaşıkçı konsoloslukta alçakça şehit edildi. Belgeleri dinletiriz ama vermeyiz. Ses kaydında üst düzey asker açıkça ‘ben kesmeyi iyi bilirim’ diyor. Bu millet enayi değil, hesap sormasını bilir.”
“Biz ses kayıtlarından şunu da öğrendik, gelenlerin içinde şu andaki Veliaht Prens’in en yakınında olanlar bu işin aktif rol üstlenicisi. Aldığı talimatı yerine getirenler orada?”
O gün doğru idiyse söyledikleri, bugün yaptıkları yanlış.
Belki de birisi hem bizi, hem bütün Ortadoğu’yu hizaya getiriyor.
İhtiyar mihtiyar ama Biden herkesi bir şekilde çekip çeviriyor.
Bazı mahallelerde kocakarılar vardır, bütün mahalleliyi fark ettirmeden çeker çevirir.
Ya da Biden çevirmiyor bizi. Suudilerin parası çeviriyor.