Biraz Rilke, biraz Sabri Baba
Prag, Viyana, Petersburg, Berlin, Paris, İsviçre, Kuzey Afrika... Ve 19. Yüzyıl.
Keşke içlerinde biraz da İstanbul olsaydı.
Bir filozof için, bir sosyolog için harika şehirler.
Ya şair için? Rilke gibi bir şair için?
Dünya, yaşadığı şehirlerin sokaklarına, çarşılarına, binalarının duvarlarına aval bakan insanlarla dolu.
Fakat Rilke, gözleri herkesin göremediği kadar derini görebilen, katılığı aşabilen, varlığı okuyabilen hassas bir ruh.
“Kör et gözlerimi, yine de görebilirim seni
Kapat kulaklarımı duyabilirim seni
Ayaklarım olmadan da gelebilirim sana
Çağırabilirim seni ağzım olmadan da
Koparsan da kollarımı tutarım seni
Yüreğimle, ellerimle olduğu gibi
Kapatsan da yüreğimi, beynim çarpacak
Ve beynime salsan da alevler
Kanımın her damlasında taşırım seni”
Bu şiiri yazabilecek bir ruh.
Şiir, doğduğu dilde güzeldir. Başka dile çevrildiğinde, onu başka dilde tarif etmiş olursun. Daha doğrusu, çeviriyi okuduğunda, lezzetin kendisini değil, tarifesini tatmış olursun.
Eğer çeviren şiiri korumayı başaracak kadar mahirse, o şiir başka dilde yazılmış bir nazire gibidir.
Bu yüzden, işin gücün olmayacak, Rilke’yi okumak için Almanca öğreneceksin. Ya da Hafız’ı okumak için Farsça.
Bizden geçti artık. Biz, tarifelerle ve nazirelerle idare edeceğiz.
“Kim ağlarsa şimdi dünyada bir yerde/Nedensiz ağlarsa dünyada/Bana ağlar/Kim gülerse şimdi bir yerde geceleyin/Nedensiz gülerse geceleyin/Bana güler”
Bu mısraların Almancası’nda her halde burada işitemediğimiz bir müzik vardır.
Rilke iyi güzel de, nereden icap etti diyebilirsiniz.
Eski bir dosttan.
Geçenlerde Ankara’da Fatih Kitabevi’nde sağa sola bakınırken rahmetli Sabri Tandoğan’ın bir kitabını gördüm.
Denge’den çıkmış. Şiir kitabı. Adı ‘Bekleyiş.’
Bilmiyordum Sabri Abi’nin şair olduğunu.
O, Zafer Çarşısındaki Akabe ya da Fatih Kitabevine geldiği zaman saatlerce oturan, Recep Yumuk’la, Fatih Yurdakul’la, oraların müdavimi arkadaşlarla sohbet eden, gönül ehli, güzel bir adamdı.
Kocaman bir gövdesi vardı ama yüzünde, bakışlarında, konuşmasında ‘haddeden geçmiş nezaket yal ü bal olmuş sana’ mısraına yakışan bir zarafet görürdünüz.
Solcu, Kemalist falan olmamasına rağmen Danıştay üyesiydi. O zaman böyle insanlara rastlamak neredeyse imkansızdı.
Bir fötr şapkası vardı.
Herhalde o fötr şapka bir sınavdı.
Onu ‘herhangi bir foterli adam’ zannedenlerin kaybettiği bir sınav.
Bir anısı var hatırımda. Cemal Tural Genel Kurmay Sabri Bey’in evine misafirliğe gelmiş. Hani bir ara Genel Kurmay Başkanı olan...
Kapıda, içeri girecek.
Ayakkabılarıyla.
Sabri Bey koca gövdesiyle durdurmuş Cemal Tural’ı.
“Paşam, lütfen ayakkabılarınızı çıkarın.”
Yani Sabri Tandoğan, evine ayakkabıyla girilmeyen bir adamdı.
“Yağmur kokan bir sabah vaktinde/Bilir misin nedir etrafa yayılan/Göğe doğru yükselen/Güneşle ısınan topraktan
“Şu huzur getiren serinlik/Şu etrafa yayılan toprak kokusu
Bilir misin nedendir/Dudaklarında beliren o gülümsemeler/Ki çocuk bakışları kadar masum ve temiz/İnsanın kalbini huzurla dolduran
“İnan bana/Bütün bu yağmur sonu duyguları/Aşkın güzelliğiyledir
Bu mısralar Sabri Tandoğan’ın.
Sabri Tandoğan’ın Rilke’yi yüz yirmi defa okuduğu söylenir.
Rilke’yi bu kadar çok okuması bu mısralara etki etmiş olabilir mi?
Olabilir.
Benim girizgahı Rilke’yle yapmamın sebebi de bu... Sabri Tandoğan’ın Rilke sevgisi. Zannediyorum Rilke’yle ilgili bir kitabı da var.
“Sevgiler sonsuzluk kadar uzak/Sevgiler yalnızlık kadar yakın/Sevgiler, sevgiler cümle sevgiler/Beni kuşatın.”
Evet, Tam Sabri Tandoğan duyarlılığı.
Şu da ‘Bekleyiş’ şiirinden.
“Yari bekliyorsun değil mi/Nasıl da gülüyor yüzün yine/Gökyüzü biraz daha mavi/Çevren biraz daha yeşil olur/Değil mi yar gelince.”
Sabri Tandoğan’ın... Ya da kendi derviş muhitinin tercih ettiği tabirle Sabri Baba’nın ruh dünyasına yaklaşmak isteyenler, onun Gönül Sohbetleri adıyla yayımladığı kitaplarını okuyabilirler.
Tarihine baktım, Ağustos’un 17’sinde vefat etmiş. 4 sene önce.
Öyle insanlar gittikçe, zarafetin dünyadan çekildiği hissine kapılıyorum.
Allah Rahmet eylesin.