Aynı ‘Ömer’den mi bahsediyor herkes?
Seçimden sonra bir özeleştiri rüzgarı esti AK Parti’de.
Herkes bir ucundan tuttu özeleştirinin. Seçmen, teşkilat çalışanları, köylüler, şehirliler, milletvekilleri, grup başkan vekilleri, yazarlar, çizerler...
Dinliyorsun, doğru söylüyor adamlar.
Bir çoğu yazıldı çizildi.
Teşkilatlar gereksiz yere değiştirildi, tecrübeli emektarların yerini ehil olmayan, iş yapmaktan çok racon kesmeye yatkın sosyete çocukları aldı. Emektarlar küstürüldü.
İstanbul’da Binali Yıldırım gönülsüzdü ama onu gönülsüz yapan bir ‘zümre’ vardı. Seçilse bile Binali Bey’e başkanlık yaptırmayacak, davulu Binali Yıldırım’ın boynuna asıp tokmağı kendi elinde tutacak bir zümre...
Teşkilatları yöneten de seçim kampanyasını yönlendiren veya yönlendirmeyen de o zümre.
Hayli nobran, hayli mütekebbir.
Bunu biliyordu AK Partililer, biliyor ama susuyorlardı.
Sadece kendi içlerinde fiskosla konuşuyorlardı, dışarıdan duyulmayacak şekilde.
Seçimden sonra biraz aşikare konuştular.
En klasikleşmiş özeleştiri: Mücahitler müteahhit oldu.
Yönetenlerimizde kibir, gösteriş, israf had safhada.
AK Parti’nin fabrika ayarlarına dönmesi lazım.
Eskiden göğsümüzü gere gere savunuyorduk, şimdi de savunduğumuz tarafları var. Ama insanlar yolsuzluk deyince, torpil deyince, damat deyince, yeğen deyince sesimiz kesiliyor.
Seçim öncesinde Öcalan’ın mektubunu açıklatmak, kimin fikriyse yanlıştı, bak nasıl ters tepti.
Ayrıca, 31 Temmuz’a kadar dilimiz çok sertti. 23 Haziran öncesinde yumuşattık ama inandırıcı olamadık.
Bazen öyle haksızlıklar yapıyoruz ki, yaptığımız haksızlıkla kendimiz baş edemiyoruz.
Yolsuzluk?
Sadece kısık sesle konuşabiliyoruz.
Nepotizm?
Yapıyoruz. Ama o konunun dokunulmazlığı var. Açılacak gibi olduğunda, hemen kapatılıyor.
Aşikare bir müddet konuşuldu, konuşuldu.
Derken, konuşmalar tükendi.
Tükendi diyorsam, resmi olarak tükendi.
Yoksa, AK Partililerin sohbet ettiği bütün masalarda, eğer tefsir veya hadis dersi yapmıyorsalar, bu konular hem de bütün çıplaklığıyla konuşuluyor.
Neden tükendi?
Söylenmesi gerekenler kafi miktarda söylendiği için mi?
Mesaj yerine ulaştığı için mi?
Yoksa söyleyenler söylemekte fayda olduğuna artık inanmadığı için mi?
Şimdi, 31 Mart ve 23 Haziran’da sandığın mesajı alınınca, düzeltilecek mi buna benzer yanlışlar?
Düzeltileceğini söyleyenler var.
Ama acaba aynı yanlışları mı kastediyoruz?
Aynı mesajdan mı bahsediyoruz?
Yani, insanların ‘doğru’ dediği şeyler mi tasfiye edilecek, ‘yanlış’ dediği şeyler mi?
Aynı şeye bir kısmımız yanlış, bir kısmımız doğru diyor olabilir miyiz?
Bir başka deyişle, tasfiye edilecek olanlar, ‘AK Parti’nin fabrika ayarları’ mı yoksa özeleştirilere konu olan sapmalar mı?
Mesela, Külliye’de oluşturulan istişare heyeti bu meseleler hakkında bir fikre sahip midir?
Bir fikre sahipse, bu fikri beyan etmeye niyetleri varmı?
AK Parti, malum, kongre sürecini öne aldı.
Bu soruların cevabı kongre sürecinde yapılacak tasarruflarla ortaya çıkacak.
Mesajın alınıp alınmadığı o zaman daha iyi anlaşılacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Ömerler’e vurgu yapması olumlu çağrışımlar yapıyor.
Fakat, ‘Ömerler’in vasıfları konusunda bütün taraflar mutabık mı?
Aynı ‘Ömer’den mi bahsediyor herkes?
Bu da kongre sürecinde netleşecek.
Bu konularla ilgili elbette herkesin bir yorumu var.
Benim de var.
İyi işler yapan, doğru işler yapan karşılığını görür.
Yanlış işler yapan da karşılığını görür.
Bir şey daha...
Bütün bu hikayenin içinde, özeleştirilerine ısrarla devam etmekte olan eski başbakan ve genel başkan Ahmet Davutoğlu ile bazı eski milletvekili ve parti yöneticilerinin ihraç talebiyle disipline sevk edilmeleri nasıl bir anlam taşıyor?