Ah o eski güvenli bölge!
Suriye’de iç savaş başladı, kaçınılmaz olarak binlerce Suriyeli Türkiye hududuna yöneldi. Mülteciler geliyordu. On bin, yirmi bin, otuz bin.
Türkiye’nin tahammül edemeyeceği, artık yeter diyeceği bir sığınmacı sayısı var mıydı?
Bunun çeşitli zeminlerde sorulduğunu, Erdoğan’ın da Davutoğlu’nun da çok net cevaplar içermeyen cümleler kurduğunu hatırlıyorum.
Sığınmacı sayısı 100 bine ulaşırsa iyi olmaz anlamına geliyordu bu cevaplar.
Fakat, Suriye konusunda hiçbir şey devletin tahmin ettiği istikamette yürümedi.
Ne sığınmacı sayısı yüz binin üstüne çıkınca patlayabildik, ne de Şam’daki Emeviye Camii’nde Cuma Namazı kılabildik.
Halbuki daha önceleri kılıyorduk orada namaz.
O şekilde kılmaya devam edebilsek bizim için yeterli olurdu.
Suriye’nin kuzeyinde bir Güvenli Bölge kurulması fikrini o zamanlardan hatırlıyorum.
Türkiye Batılı müttefiklerini bu çizgiye getirmeye uğraşıyordu.
Fakat zordu böyle bir organizasyon.
İnsanların kendisini güvende hissetmesi için Esed’in uçaklarının sivillerin üstüne varil bombası atamaması lazım. Bu nasıl sağlanacak?
Uçuşa yasak bölge kurularak sağlanacak.
Esed’in toplarının, füzelerinin güvenli bölgeyi vurması engellenerek sağlanacak.
Ya vurursa Esed?
Vurursa karşılık verilecek. Vuramaz hale getirilecek.
O sıralar Rusya henüz fiilen devrede değildi. Daha kolaydı böyle tedbirler düşünmek.
Fakat, devletimiz kimseye laf anlatamadı.
Ne olurdu o zaman kurulabilseydi güvenli bölge?
Türkiye’deki Suriyeli göçmen sayısı 3,6 milyon gibi o yıllardan tahmin bile edilemeyecek rakamlara ulaşmayabilirdi.
Suriye muhalefeti bu kadar kolay imha edilmeyebilirdi. Savaşta bir denge oluşabilirdi.
Rusya ve İran’ın Suriye rejimiyle dayanışması bu kadar kapsamlı olmayabilirdi.
İhtimaldi bunlar.
Fakat olmadı.
Seneler sonra, ABD ile bir güvenli bölge mutabakatına varılması ne anlama gelir?
7,8 yıl önce güvenli bölgenin sağlayabileceği imkanları şimdiki uzlaşma sağlayabilir mi?
Çok uzak.
Belli bile değil güvenli bölgenin kapsamı, derinliği.
Amerikalılar 15 kilometre yeter diyordu, biz 30 kilometre olması lazım diyorduk.
Nerede anlaşma sağladık?
15’te mi? 20’de mi? 30’da mı?
O bölgede ABD’nin sevgili PYD’si var.
Bütün Suriye hikayesinden elde edebildiği tek hasıla PYD.
Geri kalanını Rusya’yla İran aldı.
ABD, PYD’yi gözü gibi korumak istiyor. Güvenli bölgeyi konuşurken bunu gözettiğini saklamıyor.
Halbuki, biz de PYD’yi sevmiyoruz. Gözümüze görünmesin, cehennem olsun gitsin.
O halde nasıl uzlaştık?
Hem PYD’yi hem Türkiye’nin sınırlarını, hem Suriyelilerin, en azından o bölgedekilerin hayatını koruyacak bir formül mü bulduk?
Amerikalıların Suriye konusundaki sözlerine itimat edebilir miyiz?
Trump başka Pentagon başka konuşuyor. Hangisine inanacağız?
Hani Münbiç’i beraber koruyacaktık?
Hani Trump Suriye’deki Amerikan askerlerini çekiyordu. Tamam biraz yavaş çekileceklerdi, 6 ay, belki daha fazla.
Ama gitmedi kimse. Şimdi de asker sayısını arttıracağız demeye başladılar.
Yani, Türkiye’ye uzattıkları, kuyuya inilecek bir ip değil.
Ama yine de tutalım ipin ucundan. Kuyuya inmemek şartıyla...
Biz ABD ile oturup kalkarken Rusya’nın gönlünden ne geçiyor, onu da bilmiyoruz.
Ele avuca gelir bir netice üretmeyecekse bile faydalı bulunabilir ABD’yle vardığımız, muhtevası henüz şekillenmemiş güvenli bölge uzlaşması.
S 400 konusunda yaptırımın eşiğinden dönmek, Trump’ı Türkiye’nin çizgisine yaklaştırmak başarı hanesine yazılacak bir şeydir.
Güvenli bölge uzlaşması da bu başarının küçük bir uzantısı sayılabilir.
Demek ki ipleri kesip atmıyor kimse.
Taraflar temasta kalmak istiyor.
Birbirlerini kaybetmek istemiyorlar.
Bu da bir şeydir.