Siyasette hurafeler çağı
Saygın araştırma kurumlarından KONDA soruyor: İstanbul Boğazında 17 trilyon dolar değerinde ‘Kontoryum’ elementi var ama dış güçler çıkarılmasına izin vermiyor; ne dersiniz?
Böyle bir element yer yüzünde yok, ‘kontoryum’ adı da tamamen uydurma… Fakat ‘dış güçler’ deniliyor ya, dört kişiden biri buna inandığını söylüyor. Bu da nereden çıktı, böyle bir element var mı diye sormak aklına gelmeden.
Lozan’ın 2023 yılında sona ereceği şeklindeki zırvaya inanların oranı yüzde 48…
GDO’lu tohumla bizi kısırlaştırmaya çalışıyorlar; buna inananlar yüzde 59…
Almanya 3. Havalimanımızı kıskanıyor sözüne inananlarımız oranı ise yüzde 48…
Bir konuda bilgimizin olup olmadığını kendimize sormadan, önermeyi sorgulamadan hemen ‘dış güçler’ ve ‘komplo’ içeren siyasi söylemlere inanıvermek…
Böyle bir zihniyet yapısının komplo teorileriyle nasıl kolayca yönlendirilebileceğini söylemeye gerek var mı?
Batı’da siyasi hurafeler
Fakat gelişmiş ülkelerde de şu veya bu ölçüde böyle bir eğilim görülüyor: Dış güçler, küresel güçler, yabancılar, İslam istilası falan deyince, bu hurafelere inanıveren geniş kitleler Batı’da da var.
Brexit referandumu sırasında “Avrupa Birliği İngiltere’ye haftada 350 milyon sterline mal oluyor” diye yalan bir propaganda yapılmış, çok da etkili olmuştu.
Trump seçim kampanyasında “hava kirliğinin Çin propagandası olduğunu” söylemiş, birçok kimse buna inanmıştı.
Hatta “IŞİD’i Obama kurdurdu” söylemi Amerikan aşırı sağının etkili propaganda yalanlarından biriydi.
Kampanya sırasında Trump’ın söylediklerinin yüzde 70’i “uydurma” veya “kısmen uydurma” ya da “katmerli yalan” olduğu tespit edilmişti. (New York Times, 29 Ağustos 2016)
Amerika olur da ‘imparatorluk’ kibri olmaz mı? Halka sormuşlardı, “Amerika Abrabagh adlı ülkeyi bombalasın mı?”
Böyle bir ülke yok ama Trump’ın partisi Cumhuriyetçi Parti’nin seçmen tabanının yaklaşık üçte biri “bombalayalım” diye cevap vermişti. Bu oran Demokrat seçmen tabanında yüzde 16’ya iniyordu. (Foreign Affairs, Şubat 2017)
Bilgi ve analitik düşünce yerine önyargıların duyguların belirleyici hale gelmesini ifade eden “post truth” (gerçek sonrası) kavramı 2016’da İngilizce sözlüklere girdi...
Böyle bir çağdayız!
1930’lardaki kriz
Siyasi hurafeleri tırmandıran birçok sebep var; “televizyon performası”nın geleneksel ‘devlet adamı’ profilinden daha etkili hale gelmesi… Küresel rekabetin yarattığı kaygılar…
Çin rekabeti yüzünden işini kaybeden veya ücreti düşen mavi yakalı Amerikalılar için asıl ‘dış güçler’ Çin’dir…
Avrupa aşırı sağı için ‘dış güçler’ göçmenlerdir, özellikle de daha kalabalık olan Müslüman göçmenler.
Kendi sorunlarını mesela Uzak Doğu ülkeleri gibi çözemeyen Ortadoğu toplumları için Dış güçler Batı’dır, bin yıl önceki Haçlı Seferleri algısı duygularda canlanmıştır.
Dünyada bilimsel bilgi ve analizin önemini gölgeleyen siyasi aşırılıklar demokrasi için de tehdit oluşturuyor: Hukuk yerine otorite, hürriyetler yerine tek görüş, tartışma yerine dayatma eğilimi ağır basıyor.
1930’larda da böyleydi, tabii çok daha korkunçtu: Birinci dünya Savaşı sonrasının ağır buhranları ve yönetimlerin perişanlığı demokrasiye, hukuka ve bilimsel objektifliğe güveni tahrip etmişti.
Demokrasi Lenin’e göre “burjuva diktatörlüğü”, Hitler’e göre “Yahudi diktatörlüğü” idi!
Bu çağda özgürlükçü demokrasi
Bugün popülistler bile demokrasiyi 1930’lardaki gibi tamamen reddedemiyor, Macar Orban gibi “lliberal demokrasi” diyorlar en fazla...
1930’ların ‘Topyekûn Harp’ cinneti yok bugün.
Nihai olarak biliniyor ki, ulusların sorunları uluslararası camiadan koparak çözümlenemez; hukuk örselense bile vazgeçilemez.
İşte biz ekonomik krizden çıkmak için Batı sermayesine “Türkiye güvenli ülke, gelin yatırım yapın” diyoruz sürekli.
Demokratik değerlerin siyasi hurafeler karışında ciddi sorunlar yaşadığı çağımızda Yeni Zelanda Başbakanı Bayan Jacinda Ardern’i ve insani duyarlılık gösteren vatandaşlarını elbette alkışlıyorum.
Bayan Ardern popülizmden uzak durdu, kanlı cinayeti propaganda için kullanmadı, yüreğini herkese açtı, iyi örnek oldu.
Çağımızdaki popülist fırtınalar er geç geçecektir. İnsanlar sorunların çözümünde bilimsel metotlara, kültürel ve dini konularda karşılıklı saygı anlayışına er geç yönelecektir.
Demokrasiyi, hukuku, bilimsel zihniyeti, hürriyetleri ve hoşgörüyü savunmaya devam…