Okurlarla hasbihal

Neden sohbet veya söyleşi demedim de ‘hasbihal’ dedim. Bu kelimenin unutulmaması için… Halk edebiyatında ve romanlarımızda çokça geçer. Yarbay Mustafa Kemal’in “Zabit ve Kumandan ile Hasbihal” kitabı vardır.

Yahya Kemal’in “Tarih Musahabeleri” adlı eserini, arkasına bir sözlük koyarak okumak ne kadar acıdır, vahimdir.

Okurlarla yapacağım hasbihalin konusu ‘cumhuriyet tarihçiliği’…

Yeni çıkan “Neden 29 Ekim?” adlı kitabımın iki ayda 3. baskı yapmasından duyduğum mutluluğu okurlarımla paylaşmak ve cumhuriyet tarihçiliği üzerine bir kısa hasbihal yapmak istiyorum.

ATATÜRK’ÜN MUHALİFLERİ

Her rejim, öncekini kötüleyerek doğar. Özellikle de devrimler böyledir. Olayları ak-kara renklerine bürüyerek anlatırlar. Devrim-karşıdevrim şablonu da böyle bir ak-kara gözlüğüdür. Mesela Fransız İhtilali… Çığır açıcı bir düşünür olan Aleksis de Tocqueville’den başlayarak sürdürülen tarih araştırmaları, hele de ‘revizyonist’ tarihçiler ‘devrim’le ‘eski rejim’in ak-kara ikilemine indirgenemeyeceğini, başka renklerin de bulunduğunu gösterdiler.

Bu gelişme, kutuplaşmanın aşılmasını da yansıtıyordu, aynı zamanda Jakoben cumhuriyetin demokratikleşerek kökleşmesini de...

Bizde dozu daha az olmakla beraber cumhuriyet devrimi benzer bir ak-kara anlatımını yerleştirdi, ‘resmi tarih’ böyle oluştu.

Atatürk’ün Nutuk’ta Cumhuriyet’in ilan sürecini anlatırken muhalif gazetecileri ağır ifadelerle suçlaması, Karabekir, Rauf Orbay, Cebesoy gibi milli mücadele erkanını muhalif parti kurdular diye “en hain dimağlar” diye suçlaması böyledir. Bu aynı zamanda iktidarın muhalefeti hain ilan etmesiydi.

Fakat, aşağıda yazacağım, bu doğru değildi.

1923’LERDE MUHALEFET

Cumhuriyet tartışmaları sürecinde muhalif Hüseyin Cahit şöyle yazıyordu:

Gazi reisicumhur olmalı fakat selahiyetleri sınırlı olmalı. Hem devletin, hem meclisin, hem hükümetin, hem partinin reisi olmak, doğru değildir…” (Tanin, 1 Ekim 1923)

Yine muhalif Ahmet Emin (Yalman) şu satırları yazıyordu:

Devlet başkanına, yürütmeyi oluşturan kabineye de icabında başkanlık salahiyeti verilmesini akıl kabul edebilir. Fakat kabineyi murakabe [denetim] eden Meclis’e ve Meclis’teki partiye başkanlık etmesi hususlarını aklımız kabul etmiyor...” (Vatan, 30 Ekim 1923)

1922’de saltanat oybirliğiyle kaldırılmıştı, herkes ve muhalifler de Ankara rejimini samimiyetle benimsiyordu. Tartışma kuvvetler birliğini, Gazi’ye çok geniş yetkiler verilmesini, muhalefetin susturulmasını isteyen inkılapçılarla, kuvvetler ayrılığını ve hür seçimle oluşacak Meclis’in üstünlüğünü savunan muhalifler arasındaydı.

LABORATUVAR GİBİ

Atatürk, eylem ve icraatının sonuçlarını gözlemleme imkanı bulamadan vefat etti. Fakat İnönü 1973’e kadar yaşayarak gözlemlerde bulundu. İnönü, 1925’de muhalif Terakkiperver Fırka’yı, irtica telaşıyla kapatmakla yanlış yaptıklarını 1946’da söyleyecektir…

Atatürk’ün Karabekir ve Rauf Bey gibi muhalifler hakkında “en hain dimağlar” demesini, Abdi İpekçi İnönü’ye sormuştur. İnönü “Haksızlık payı var... Mübalağa payı var... Bunların hepsi siyasi ayrılıklar ve münakaşalar arasında vakit vakit istifade edilmiş münakaşalar” diye cevap vermiştir.

Sadece inkılapçılar değil, Atatürk’ün 1923’teki muhalifleri de vatansever, onurlu insanlardı. İhtilafları cumhuriyetin niteliği hakkındaydı. Bir tür devrim-evrim çatışmasıydı.

Cumhuriyetin kazanımları inkar edilemez. Fakat tarihe ak-kara diye değil, ‘laboratuvar’ gibi baksaydık, çok geniş yetkilerin tek elde toplanmasının Parti Devleti’ne yol açtığını, sakıncaları görülerek vazgeçildiğini görürdük. Bugün buna çok ihtiyacımız olduğu açık.

Neticeten, tarihe doğru bakış, ‘laboratuvar’ gibi, yani karmaşık sebep-sonuç ilişkilerini anlamak üzere bakmaktır.

Ben “Neden 29 Ekim?”i bu anlayışla yazdım.

basliksiz-1.jpg

YORUMLAR (178)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
178 Yorum