Kutuplaşma dili
Siyasi mücadelenin şirazeden çıkmaması için kanunlar, kurallar vardı. Mesela TV’lerin seçim yayınları ölçülü olmalı, partililere makul ölçülerde yer vermeliydi. Çok küçük bir partiye bile seçim yayınlarında küçük de olsa haberlerde yer verilirdi.
Bu konu YSK denetimine tâbiydi.
Fakat OHAL döneminde 687 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle bu kanun maddesi yürürlükten kaldırıldı…
TV’ler bazı partileri görmeyip başka bazı partilere ekranlarını sonuna kadar açabilecekti.
OHAL kalktı ama bu düzenleme yürürlükte.
İşte ‘merkez’ denilen TV kanalları Meral Akşener’e büyük ölçüde kapalı…
Mansur Yavaş’a yapılan suçlamaları baştan sona canlı yayınlayan TV’ler Yavaş’ın cevabî açıklamasını canlı yayınlamadılar. Ama ertesi gün Yavaş’ı suçlayan açıklamayı yine baştan sona canlı yayınladılar!
Bu medya tablosu toplumda kutuplaşmayı derinleştiriyor.
Din ve siyaset
Daha büyük bir soruna da yol açıyor: Vatanseverlik, milliyetçilik, bayrak, vatanın selameti gibi hepimize ait, hepimizi birleştiren yüksek değerlerin siyaseten araçsallaştırılması!
Sahabe dahil 70 bin Müslümanın siyaset için birbirini öldürdüğü Sıffin Savaşından beri tarihen sabittir ki, kutsallar üzerinden toplumun siyaseten yarılması çok vahim sonuçlara yol açabilmektedir; bundan sakınmak gerekir.
Şu sözleri hatırlıyorsunuz değil mi?
“Esenyurt’u kaybedersek Kudüs’ü kaybederiz, hiçbir yeri kaybetmeyiz, İslam’ı kaybederiz, Mekke’yi kaybederiz!” (2 Nisan 2018)
“Adayımıza vereceğiniz destek, yarın ruz-i mahşerde beraat belgelerinizden biri olacak.” (26 Ocak 2019)
“Yarın inşallah mahşerde Allah’ın karşısına çıktığınız zaman, Allah o emaneti bize verdiğinizden dolayı size inşallah hiçbir hesap sormayacak.” (3 Mart)
Ve tepelerdeki ölçüsüz söylemlerin tabandaki yansımaları:
“31 Mart’ta milletin değerlerine karşı siyaset yapan 4’lü çete, şer ittifakı, zillet ittifakı ve kim bir araya gelirse gelsin bu sokaklarda, mahallelerde utançtan gezme şansı olmayacak” (12 Mart)
Şimdi düşünelim, çoğulcu medya olsaydı ve siyasetçi orada eleştirilmemek için dikkatli davranma ihtiyacını duysaydı böyle konuşurlar mıydı?
Polisin protesto edilmesini ezan protesto edilmiş gibi gösterilmesinden bahsetmiyorum bile....
Dünden bugüne kavga
Yukarıdaki sözler bir il veya ilçede belediye seçimleri kazanmak için söylenmişti!
Seçim kazanma hırsıyla, kendimizi kutsallaştırmak, muhaliflerimizi şeytanlaştırmak!
Bu zihin yapısında kutsal saydığımız kendimiz hakkında “denetim” yapmak, kendimizi gözden geçirmek aklımıza bile gelmez… Şeytanlaştırdığımız muhaliflerimizle diyalog kurup ülke atmosferini normalleştirmek gerektiğini de düşünemeyiz.
Zaten yüzyıldır kavga ediyoruz!
İttifak yapmalarından önce AK Parti ve MHP’nin birbirlerine söyledikleri hâlâ hafızalardadır.
Tek Parti devrinde o zamanki iktidar muhalif Serbest Fırka’yı “komünistler, hainler, ayak takımı, hırsızlar, çeteler, mürteciler ” diye suçlamıştı! Bu konuda tarihçi Cemil Koçak’ın “Belgelerle İktidar ve Serbest Cumhuriyet Fırkası” adlı kitabına bakabilirsiniz.
Hele Kazım Karabekir liderliğindeki Terakkiperver Fırka, resmen “en hain” ilan edilmişti!
Sonraki yılların tecrübelerini yaşayan İsmet İnönü, o iki partiyi kapatmakla hata ettiklerini söyleyecektir.
Demokrat Partili Rıfkı Salim Burçak, Samet Ağaoğlu gibi isimler de 1957’den sonraki sertlik politikalarını sonradan eleştireceklerdi.
21. yüzyıldayız
Bütün siyasi tarihimizi bitmez tükenmez kavgalarla dolduran ve bu yüzden siyasi kültürümüzün rasyonelleşmesini, hukukun üstün değer haline gelmesini engelleyen bu nefret ve kutuplaşma söylemini artık bırakmak gerekmiyor mu?
21. Yüzyıldayız, değil mi?
Yıllardan beri ve bugünkü krizden çıkmak için “Türkiye güvenli limandır, gelin yatırım yapın” demiyor muyuz?!
Ülkenin yarısının vatanseverleri, öbür yarının hainleri desteklediği, “beka” derdine düşmüş bir ülke görüntüsü vererek bu olur mu?
Zamanımızdaki husumet ve ideolojik kutuplaşmanın ne kadar zarar verdiğini ileride tarihçilerin yazmasını beklemeden, bugün sakin bir dile, rasyonel davranışlara, uzlaşmaya açık tavırlara dönmemiz gerekmiyor mu?
Dağ gibi yığılan sorunlarımızı soğukkanlılıkla, akılla, müzakere ile, uzlaşmaların vereceği mutabakat gücüyle çözmekten başka yolumuz var mı?