Kim haklı? Siz mi, biz mi?!
Bugün size yakın tarihimizden iki olay aktaracağım; ilk olay muhafazakarların tarihe bakışına uygun… İkinci olay Atatürkçü ya da geleneksel CHP çizgisinde olanların tarihe bakışına uygun.
Sonra da birlikte bir değerlendirme yapalım.
Amacım, tarihe siyasi görüşlerimiz için malzeme devşirmek için bakmakla “anlamak” için bakmak arasındaki farkı anlatmak…
CHP HÜKÜMETİ
Milli Şef İsmet İnönü demokrasiye geçileceğini açıklaması üzerine 7 Ocak 1946’de Celal Bayar ve Adnan Menderes’le arkadaşları Demokrat Parti’yi (DP) kurdular, Temmuz 1946’daki şaibeli seçimlerde 62 milletvekiliyle Meclis’e girdiler.
18 Ağustosta Başbakan Recep Peker hükümet programını okudu. Kürsüye gelen Menderes, hükümet programını incelemek için iktidarın muhalefete zaman ve eleştiriler için hazırlanma imkanı vermediğini anlattı:
“Hükümetçe, geniş bir cihazla ancak bir haftada hazırlanmış olan ve iktidar partisince enine boyuna müzakere edilerek kabul edilmiş bulunan hükümet programına kulaktan dinlemekle hemen cevap vermeğe kalkışmağı asla doğru bulmuyoruz… İktidar partisi muhalefete tetkik etmek ve hazırlanmak için imkân ve zaman vermemek istemektedir…”
Bunu protesto etmek için DP’liler Meclis’i terk etti…
Menderes’in de söylediği gibi bu olay, Tek Parti otoriterliğinin devam ettiğini, meşru muhalefete araştırma ve eleştirme imkanı verilmek istenmediğini gösterir.
Muhafazakarlar bu yazdıklarıma katılacaklardır.
MENDERES HÜKÜMETİ
14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP yüzde 53 oyla Meclis’te 415 sandalye, CHP yüzde 39 oyla 69 sandalye almıştır; o zaman seçim sisteminin adaletsizliği!
Kırşehir, Osman Bölükbaşı’yı seçmiştir.
Başbakan Menderes hükümet programını okumuş, CHP’li Faik Ahmet Barutçu ile CMP lideri Osman Bölükbaşı programı eleştirmiştir.
2 Haziran 1950 günlü oturumda Menderes eleştirilere cevap vermiş, Tek Parti devrini yine sert bir dille eleştirmiştir.
CHP’liler cevap hakkı istediler. İçtüzükteki “son söz milletvekilinindir” kuralını hatırlattılar ama bu defa da DP’liler muhalefete söz hakkı vermeyi reddettiler.
İnönü ve Bölükbaşı dahil, bütün muhalefet Meclis’i terk etti.
Milliyet gazetesinin sahip ve başyazarı Ali Naci Karacan, 1946 yılında da DP’lilerin Meclis’i terk ettiğini hatırlatan bir başyazısı yazdı. (Milliyet, 3 Haziran 1950)
Tarihçi Feroz Ahmad, CHP’nin “parlamenter demokrasiye aykırı uygulamalarını” hatırlatarak, “şimdi de DP’liler onların örneğine özeniyordu” diye yazar. (Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yay. S. 52)
DP gittikçe otoriterleşecek, Tek Parti devrinin metotlarına baş vuracaktır. Adalet Bakanı Esat Budakoğlu, 1954-1958 arasında 238 gazetecinin mahkum olduğunu açıklayacaktır! O zaman terör örgütleri falan yoktu.
Bu yazdıklarıma da DP karşıtları katılacaklardır.
DÜŞÜNELİM, DÜŞÜNELİM
Görüşleri farklı ama otoriterlikte benzer iki ana akım!
Tarihe “biz haklıyız” gözlüğüyle bakınca bu gerçekleri görmüyoruz.
Tarihe bir laboratuvar gibi bakamaz mıyız?
Tarih laboratuvarı bize gösteriyor ki, bu ortak otoriter miras yüzünden kuvvetler ayrılığı, denetim ve denge, hukuk devleti gibi bugün çok ihtiyaç duyduğumuz değerler yeterince gelişmedi.
Denetlenmeyen ve dengelenmeyen iktidarlarda otoritenin nerelere kadar sürüklenebileceğinin bir örneği, trajik 1938 Dersim harekatıdır. Başbakanlıktan uzaklaştırılan İnönü’ye göre de ihtiyaç yoktu bu şiddette bir harekata.
Şevket Süreyya’nın Kadro dergisi, “gerici” miydi ki kapatılmıştı?..
DP, muhalefette birkaç defa “kuvvetler ayrılığı” talebinde bulundu fakat iktidarda bunu unuttu. İnönü “kuvvetler birliği”ne dayalı 1924 anayasasının değişmesini daha 1949’da söylemişti; DP iktidarı buna yanaşmadı, 6 Ok’lu bu anayasayı DP devam ettirdi!
Prof. Ali Fuat Başgil’in eleştiri ve uyarılarını dikkate atmadılar.
Metin Toker, DP’nin otoriterleşmesini CHP’nin nasıl “sadistçe” kullandığını yazar!
Trajik sonuç malum...
Netice: Tarih okurken, “bizimkiler haklıydı” diye kavga mı edelim?.. Yoksa, hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, denetim ve denge, temel hak ve hürriyetler, uzlaşma gibi değerlerin hayati önemini mi düşünelim?
Düşünelim, düşünelim…