Kayyım atamak
Diyarbakır, Mardin ve Van büyükşehir belediye başkanları, dört buçuk ay önce yüzde 50’nin üzerinde oyla seçildiler, mazbatalarını alarak göreve başladılar.
İki gün önce İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alındılar, yerlerine valiler kayyım olarak atandı.
Olaya iki kutuptan bakılıyor:
. Milli iradenin üstünlüğü, seçilmişlerin ancak seçimle gitmeleri... Bu açıdan kayyım atamalarının demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine aykırı olduğu…
Gerçekten seçme ve seçilme hakkı, demokrasi ve hukuk devletinin en temel ilkesidir; diğer siyasi haklar bu ilkeye dayalıdır.
. İkinci bakış açısı, Türkiye’nin terörle mücadelesidir. Bu terör konjonktürel değildir. Coğrafi ve etnik kaynakları olduğu için yaklaşık kırk yıldır devam eden bir terördür! Belediyelerin teröre kaynak aktaran kurumlar haline gelmesine kesinlikle göz yumulamaz.
Bu iki bakış açısından birini gözetip diğerini ihmal etmek bizi vahim yanlışlara götürür.
‘ÇÖZÜM SÜRECİ’ DERSLERİ
PKK, bazı belediyelerin imkan ve araçlarını kullanarak belirli il ve ilçelerde hendeklerle, tünellerle, silah ve mühimmat depolarıyla örgütlenmişti. “Rojova Devrimi”ni Türkiye’ye getirecekti!
Bu örgütlenmeyi sökmek için, 25 Temmuz 2015’te operasyonlar başladı. Öyle kapsamlı operasyonlar ki Başbakan Ahmet Davutoğlu “valilerin tugaylardan asker isteyebileceğini” belirten genelge çıkarmıştı. (10 Eylül 2015)
Ve, Anayasa Mahkemesi’ne göre, 2016 Mayısına kadar, yaklaşık bir yılda, 2.500 terörist öldürülmüş, 480 şehit verilmiş, 4 bin güvenlik görevlimiz yaralanmıştı. Sivil ölümler 100 civarındaydı. 400 bin insan ev işlerini terk ederek başka yerlere göçmüştü. (AYM, B. No: 2017/ 36722)
Böyle büyük acılar yaşanmıştı.
Belediyelerin tekrar teröre destek vermesine, yeni acılar yaşanmasına izin verilemez. Fakat hiç unutmamak lazım; PKK’nın o çapta şehir örgütlenmesini yapabilmesinin asıl sebebi iktidarın göz yummasıydı. Bunu kendileri de söylemişlerdir.
Bugün devlet elindeki denetim, istihbarat ve operasyon imkanlarıyla belediyelerden teröre kaynak aktarılmasını önemli ölçüde önleyebilir.
Gelelim meselenin hukuk tarafına…
DIŞARIDAN TEPKİLER
Görevden alınan seçilmiş üç belediye başkanı hakkında soruşturma ve kovuşturma dosyaları olduğu belirtiliyor. Belediye Kanunu’nun 47. Maddesine göre böyle durumlarda geçici olarak kayyım atanabilir fakat atanması şart değildir.
Hükümet seçimlerden dört buçuk ay sonra ve yargı kararı olmadan kayyım işlemi yapmakla bütün dünyaya “iktidar seçilmişleri muhalifleri görevden alıyor” görüntüsü verdi. Dünya basınında bu başlıklarla haber yapıldı.
Ülkenin zaten iyi olmayan hukuk imajını biraz daha zedeledi.
AB’den ve Avrupa Konseyi’nden “endişe” belirten resmi eleştirel acıklamalar yapıldı. AP Türkiye Raportörü Kati Piri “Sırada ne var? Ankara ve İstanbul belediye başkanlarını görevden almak mı?” diye tivit attı. Tabii sonbaharda açıklanacak İlerleme Raporu’na da geçecek bu olay.
Seçimlerde kendimiz söylememiş miydik Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun kazansalar bile görevden alınabileceğini!
Bu eleştirilere “Haçlı Avrupa” falan diye kızalım ama unutmayalım ki, Türkiye’nin hukuk imajı geriledikçe Türkiye’nin ideolojik karşıtlarına ve örgütlere propaganda malzemesi veriyoruz.
Hukuk, devletler için fevkalade değerli bir “yumuşak güç” faktörüdür, bu kendi elimizle zaafa uğratıp ‘karşı taraf’a koz vermeyelim.
HUKUK NİYE ÖNEMLİ?
Hukukun ülke içindeki önemi, muhalif ve hatta duygusal kopuş halindeki vatandaşlar için de bir güvence, bir beraber yaşama zemini oluşturmasıdır.
Benim adayımı onaylıyorsun, seçime sokuyorsun, ben seçince iptal ediyorsun! Böyle bir duygunun yerleşmesi, duyguların bölündüğü bir toplumu kurumların da ayrıştığı bir noktaya sürükleyebilir; bundan dikkatle sakınmalıyız.
Yine unutmayalım ki, Avrupa’ya vizesiz giriş için hükümet AB’nin 6 şartını kabul etti; sermayeyi de Batı’dan bekliyoruz üstelik.
Netice, yargı kararı olmadan seçilmişlere dokunmak iyi sonuç vermiyor. Terörle mücadele ederken “güç” elbette önemlidir ama hukukun ve aidiyet duygularının önemini unutturmamalıdır.