İtaat kültürü dün ve bugün
Ahmet Taşgetiren, dünkü köşesinde bir “Hocaefendi”nin WhatsApp grubundaki sözlerini paylaştı: Her şartta bugünkü iktidar desteklenmeliydi çünkü “bizim iktidarımız”dı!
İktidarın değişmesi, “Dimyat’a giderken evdeki pirinçten olma” sonucunu doğurabilirdi…
Bu iktidar “bulgur” dağıtırken âdil ve hukuki mi davranmıştı? Yolsuzluklar niye bu kadar gündemdeydi? Bu sorular yani denetim fikri akla gelmiyordu!
Taşgetiren bütün tarihlerdeki istibdatların özeti niteliğinde şu tespiti yapıyordu:
“Bizde aşağıdan yukarıya denetleme geleneği oluşmuş değil…”
İşte en önemli nokta, en önemli sorun bu.
OTORİTER GELENEK
Karar TV’de “Bi’ Karar Ver” programında Elif Çakır, söz konusu Hocaefendi’nin Hayrettin Karaman olduğunu söyledi. Bu, özellikle önemlidir. Çünkü Karaman fıkıh profesörüdür ve müstebit hükümdarların baskıları yüzünden fıkıhta kamu hukukunun gelişmediğini yazmıştır.
Sadece bu mu? İslam tarihinde ve bütün insanlık tarihinde istibdatlar eleştiri kültürünü de engellediler.
İktidarlara eklemlenen ulema da kanlı kabile, mezhep, hanedan kavgalarını bastırmak için otoriteyi kutsadı. İlahiyatçı Prof. Mehmet Evkuran’ın yazdığı gibi:
“Toplumsal disiplin oluşturma çabası, Sünnî paradigmada belirgindir. Sünnî siyaset teorisi, iktidarlara meşruiyet ve hükmetme hakkını sunarken, kitlelere de imâm/sultân/emîr’e (yönetici) itaat etme yükümlülüğünü telkin etmiştir. Muhalefet, Sünnî kültürde siyasal ve dinsel bir suç olarak görülmüştür ve hâlâ da böyledir…”
Evkuran, Şii ve Mutezili iktidarın da gücü ele geçirince aynı şeyi yaptıklarını belirtir. O çağlarda bütün dünyada benzer süreçler yaşanmıştır.
Prof. Evkuran’ın tarihe bir laboratuvar gibi bakan “Sünni Paradigmayı Anlamak” adlı kitabını tavsiye ederim. (Ankara Okulu Yay.)
OTORİTEYİ KUTSAMAK
Sorun din olarak İslamiyet değildir çünkü İslam öncesi çağlarda böyle olduğu gibi aynı çağlarda Katolik kilisesinin de tavrı aynı, hatta daha kurumlaşmış olduğu için daha otoriterdi. Bilim ve sanayi devrimlerinin zihinleri açmasıyla Batı’da otoriteler sorgulanmaya başladı…
Montesquieu’nun kuvvetler ayrılığı fikrini engellenemez bir toplumsal talebe dönüştüren “Kanunların Ruhu” adlı kitabı, Fransız İhtilali’nden 41 yıl önce yayınlanmıştı…
Asya ve Ortadoğu’da böyle zihinleri açacak ekonomik ve sosyal gelişmeler olmadığı gibi, Müslümanlar tarihteki otoriter argümanları din zannederek kutsadılar. Tarihte iktidarları güçlendirmek için ortaya atılan deliller, Prof. Mehmet Azimli’nin ifadesiyle “siyasi iken dinîleştirildi. Kur’an’dan bazı ayetleri bile kendi düşünceleri doğrultusunda yorumlamak” yoluna gittiler. (Dört Halife’ye Farklı Okumak, Hz Ömer, Ankara Okulu Yay. s. 36)
Günümüzde de cemaatler dünyasında “ulul emre itaat” ayeti iktidara sadakat için kullanılıyor. Bu o hale geldi ki, bir rektörümüz şöyle açıklama yaptı:
“İslami olarak şu anda Cumhurbaşkanı’na itaat etmek farzı ayn’dır karşı gelmek de harpten kaçmak manasında haramdır.” (30 Ekim 2018)
Bu laf, rektör atamalarında da nasıl “bizden” ölçüsünün uygulandığını göstermektedir.
SORMAK, ELEŞTİRMEK
Dinselleştirilmiş böyle bir kültürde HSK’nın bir siyasi kılıç gibi yargı üzerinde dolaşmasını sorgulayabilir misiniz?! Malum ‘dört bakan’ın niye Meclis’te aklandığını sorabilir misiniz?! AB’nin ısrarla talep ettiği yolsuzlukla mücadele yasalarını “bizim iktidarımız” niye çıkarmıyor diye eleştirebilir misiniz? Türkiye’nin yolsuzluk algısında dünyada 86. sıraya düşmesini mesele yapabilir misiniz?..
Halbuki bunlar İslam açısından kul hakkı, haram, beytülmal, hakkaniyet kavramlarına giren konulardır.
İktidarı dinselleştirmek dinin ahlaki ve manevi yönünü nasıl boşaltıyor görüyor musunuz?
Fıkıh Profesörü Hayrettin Karaman CB sistemine evet oyu vermeyi farz ilan etti!.. Ama o sistemde denetim var mı, hataları, yolsuzlukları önleyecek bağımsız kurumlara yer verilmiş mi diye sormak aklına bile gelmedi. Çünkü bağlandığı tarihsel gelenekte yok bu konular.
Netice: Çağımızda denetlenebilir ve istibdada gitmesi önlenebilir bir devlet yönetimi ancak modern kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve özgürlüklerin güçlü olmasıyla mümkündür.