‘Bizden’ olunca iyi mi olur?
Eğitim ve üniversite sorunlarımız Türkiye’nin beka davalarıdır, zira Türkiye’nin geleceği bu alandaki başarımız nispetinde parlak olacaktır. Ekonomi, sağlık, savunma, güvenlik, şehircilik, hangi konuya baksanız bilimsel çalışmalar ve iyi kaliteli personel olmadan gelişmiş ülkeler düzeyine çıkamayız.
Mesele bu kadar önemli olduğu için eğitim ve üniversite sorunlarına ülkenin uzun vadeli ihtiyaçları, bilimsel veriler ve dünyadaki tecrübeler açısından bakmak gerekir, değil mi? Bu açılardan baktık ama her devirde güçlü iktidarlar “bizden olunca iyi olur” düşüncesine öncelik verdiler; toplam kalite bu yüzden her devirde şu veya bu nispette düşük kaldı…
Bu raporu alkışlıyorum
Üniversite konusunda “Geleceğin Türkiye’sinde Yüksek Öğretim” adlı bilimsel araştırma dün açıklandı. Yıllarını vererek araştırmayı yapan Prof. Nihat Erdoğmuş’u ve ekibini alkışlıyorum.
150 sayfalık raporda, iyi bir yükseköğretime sahip olmak için gereken temel kavramlara dikkatinizi çekmek istiyorum:
“Bilimsel özgürlük, geniş kurumsal özerklik, yönetişim, şeffaflık, hesap verirlik, çeşitlilik, adem-i merkeziyet, uluslararası hareketlilik, çıktı kontrolü, akademik kariyerle yönetsel kariyerin ayrılması, sürdürülebilir finansman...”
Evet, Türkiye, kalmasının insan gücünü yetiştirmek istiyorsa yükseköğretim sorunlarına bu kavramlar açısından bakmak zorundadır. Yoksa, ileri iktisadi hedefler hamaset olarak kalır.
Böylesine önemli olduğu halde üniversite sorunlarına tam bu kavramlar açısından bakmıyoruz, keskin bir siyaset diliyle ve “bizden, sizden” kutuplaşmasıyla bakıyoruz…
Güçsüz akademik kurumlar
Raporda YÖK ve üniversite örgütlenmesinin “aşırı merkeziyetçi” olduğu, bunun da değişimi zorlaştırdığı anlatılıyor. Merkeziyetçilik, siyasi gücün yükseköğretime kolayca hakim olmasını da sağlıyor.
Prof. Erdoğmuş şöyle diyor:
“Güçlü bir kuruma ihtiyaç var fakat YÖK hâlâ kurum değil. Bugüne kadar da güçlü bir kurum olarak çalışmadı. Keşke güçlü bir kurum olarak yapılansaydı…”
YÖK, askeri vesayetin denetiminde olsun diye otorite karşısında güçsüz kurumlaştırıldı, güçsüz olduğu için siyasi denetime de geçti…
Halbuki siyasi fırtınalardan etkilenmeyen, güçlü akademik değerlere ve güçlü özerk yapılanmaya ihtiyaç var; YÖK için de üniversiteler için de…
Hiyerarşik kültür
Günlük dilimizde itaat kültürü dediğimiz sosyolojik faktör, “resmî” yönetimler söz konusu olduğunda Cumhuriyet’in kuruluşundan, hatta Tanzimat’tan beri aşırı merkeziyetçilik ve hiyerarşik kültür halinde karşımıza çıkıyor.
Raporda deniliyor ki:
“Hiyerarşik örgüt kültürü yükseköğretim kurumları için uygun bir kültür olmayıp değişim ihtiyacının gerekliliği oldukça açıktır. Yükseköğretim kurumlarında oluşturulması gereken örgüt kültürünün en temel bileşenlerinin başında akademik değerler, akademik özgürlükler, kurumsal özerklik ve yönetişim ilkeleri gelmelidir.”
Nokta demek lazım… Bütün mesele budur.
Evet ama yetmiyor
Bilimsel yayın sıralamasında İran’ın bizi geçtiğini, Türkiye’nin 19. basamakta, İran’ın ise 16. basamakta olduğunu yazmıştım. Yayın sıralaması külli bir gösterge değildir, ama önemi de küçümsenemez. Zira akademik performans göstergelerinden biridir.
19. sıraya gelmemiz de başarı sayılabilir ama yetmez.
2000’li yıllarda yükeköğretimdeki sayısal gelişmeleri hatırlatan Sayın Prof. Nihat Erdoğmuş şöyle diyor:
“Araştırma ve yayın sayılarında da artış gerçekleşti ve Türkiye dünya sıralamasında 18-20 bandında bir aralığa oturdu. Bu düzey Türkiye’nin sosyo-ekonomik gelişimi ve dünyadaki ağırlığının artması için yeterli değil…”
Artık kendi tarihimizin tecrübesini görmeliyiz: 1933 üniversite reformunda Türkiye modern üniversite yapılanmasına geçti ama “merkez”e, resmi “hiyerarşi”ye bağlandı. Elbette Türkiye modernleşmede ve genel eğitimde bütün Ortadoğu ülkelerinin önündedir ama her devirde, “bizden, sizden” bakışı akademik değerlerin önüne geçti. Her devirde “akademisyen kıyımı” oldu; bu yüzden daha yüksek olabilecek performansımız sınırlı kalıyor.
Başka yolumuz yok; ülkede hukukun üstünlüğü, üniversite hayatında özerklik, adem-i merkeziyet, liyakat dahil akademik değerler…