Bilimde İran’ın bile gerisindeyiz!
İran’ı asla küçümsemem, güçlü yönlerini bilirim. Başlıkta ‘bile’ diye yazmamın sebebi, bilimsel yayın sıralamasında eskiden çok gerimizde olan İran’ın bizi geçmiş olmasıdır.
Uluslararası atıf indekslerine giren bilimsel yayın sayısında 2000 yılında Türkiye’de akademisyenler 8.120 yayın yapıyordu, dünya sıralamasında 25. basamaktaydık.
İran’daki akademisyenlerin bilimsel yayın sayısı ise 1.884’tü ve dünya sıralamasında 47. basamakta bulunuyordu.
Yıl 2017... Türkiye 42.405 yayınla dünyada 19. sıraya yükseldi, fakat...
İran 2010 yılında bize yetişti, 2017 yılında indekslerde yer alan 54.338 bilimsel yayınla önümüze geçerek dünyada 16. sıraya yükseldi!
“Scientific Journal Rankings” sitesine girerek ayrıntıları öğrenebilirsiniz.
Demek ki, kendimizi kendimizle ölçmek yerine, kendimizi benzer ülkelerle ölçmek yani “evrensel” kıstaslara bakmak lazım.
Evrensel kıstaslarda ekonomi, bilim, hukuk, teknoloji gibi alanlarda kaçıncı sıralardayız diye düşünmeliyiz.
Çin faktörü
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ODTÜ Teknokent açılışındaki konuşmasında, bu üniversitemize hakettiği övgüleri ifade ederken, “kimi istisnalar hariç” vakıf üniversitelerimizin beklenen performansı göstermediğini belirtti.
Çok haklı bir eleştiri.
Ancak performans düşüklüğü, vakıf olsun devlet olsun, yetersiz standartlarla kurulan bütün üniversitelerimizde ciddi bir sorundur. Üniversite sayısını arttırmak uğruna kuruluş standartlarının aşağı çekilmesi hata olmuştur.
Ayrıca, bilimin gelişmesi için hem yeterli kaynak lazımdır, hem yurt dışına öğrenci göndermek, yabancı öğretim üyesi getirmek, akademik kriterleri siyaset ve ideolojinin üstünde tutmak, dünya üniversiteleriyle yoğun ilişkiler kurmak gibi şartlar lazımdır.
Cumhurbaşkanı bu konuda Çin’i takdir ettiğini söyledi, doğrudur. Aslında Ortadoğu ülkelerinin neden başarısız, Uzak Doğu ülkelerinin neden başarılı, bizim niye ikisinin arasında bir yerde olduğumuzu iyi incelemek lazım.
Dışa açık olmak
Bilimin gelişmesi birkaç şarta indirgenemez, zira çok sayıda faktöre bağlıdır. Dünyaya açık olmak zorunlu şartlardan biridir. 2018 yılında Amerikan üniversitelerinde okuyan yabancı öğrenci sayılarına bakın:
Çin’den öğrenci: 363.341
Hindistan’dan öğrenci: 196.271
İran’dan öğrenci: 12.738
Türkiye’den öğrenci: 10.520
Bu verileri URAP’tan aldım. (University Ranking by Academic Performance)
Yurt dışında okuyanların zihninin bozulacağı, hatta ajan haline getirilecekleri gibi “kapalı toplum” önyargılarından kurtularak bilimde olabildiğince dışa açılmak gerekiyor: Yurt dışındaki iyi üniversitelere daha çok lisans ve yüksek lisans öğrencisi göndermek, uluslararası bilimsel ilişkileri, konferansları, akademisyen mübadelesini olabildiğince geliştirmek lazımdır.
YÖK Başkanı Prof. Yekta Saraç buna “uluslararasılaşma” diyor, doğrudur, önemli bir kriterdir.
Başarının ölçüsü nereden nereye geldiğimiz değil, uluslararası sıralamalardaki yerimizin ne olduğudur. Ekonomide olduğu gibi bilimde ve hukukta da böyle.
Dünyanın neresindeyiz?
Dünyada üniversitelerin performansını ölçen akademik kuruluşlar var; sıralarda değişmeler olabiliyor ama genel tablo değişmiyor.
URAP’ın verilerine göre dünyada performansı en yüksek üniversiteleri oluşturan 517 üniversiteye “A Grubu” deniliyor. Bu kategoride Amerika, İngiltere başta geliyor, onları Japonya, Almanya, Fransa gibi ülkeler izliyor...
“A Grubu”na giren Çin Üniversitelerinin sayısı 60, İran üniversitelerinin sayısı 3’tür...
Bu grupta Türk üniversitelerinden bir tane bile yok!
Sayıları 2 bini bulan “B Grubu”na giren üniversitelerimiz var; hem de bu grubun üst sıralarında, A Grubu’na yakın yerlerde... Bunlar zaten kamuoyunda da bilinen, yüksek puanla öğrenci alan devlet ve vakıf üniversitelerimizdir.
Türkiye’nin bekası için birinci sırada yer alan konular bilim ve hukuktur. Bu ikisinde performansımızı arttırmadan gelişmiş ülke olamayız.
Bunu başarmak için bilime ve hukuka öncelik veren bir siyasi iklim, üniversitelerde akademik değerleri üstün tutan bir özerklik gibi çok sayıda zihniyet ve yönetişim reformlarına ihtiyaç var.
Yeri geldikçe yazacağım bunları.