16. Yüzyılda demokrasi mi vardı?
Bilim devriminin meydana geldiği 16. Yüzyılda demokrasi mi vardı; demek ki bilim için demokrasi gerekmez!
Bu bir okur yorumudur; bilim için demokrasi gerekliyse Çin’de niye bilim gelişiyor diye soru hatta itirazlara da muhatap oluyorum. Bu görüşler, otoriter ve kapalı dünya görüşlerinin özgürlüğe, bilim zihniyetine ve açık topluma tepkilerini yansıtıyor.
Hemen belirteyim çağlar boyu şartlar değiştiği gibi, 16. Yüzyıldan itibaren bilime öncülük edenler o çağın şartlarında sınırlı hürriyet ortamı bile olmadığı için ağır bedeller ödediler. Diri diri yakıldılar, sürüldüler, kovuldular, hapsedildiler...
Modern çağda da totaliter ideolojiler kendi davalarına uymayan bilim insanlarını ve bilimsel teorileri ezdiler, kurşuna dizdiler, hapislerde çürüttüler.
Siyasi ve sosyal bilimler bir tarafa, Nazi Almanya’sında “ari ırk fiziği”, Stalin Rusya’sında “proleterya biyolojisi” uğruna yapılan bilim kıyımları korkunçtu.
BİLİM NASIL GELİŞİYOR?
Sadece böyle insani facialar değil… Bilimi bastırmanın gelişmeyi engellediği de acı tecrübelerle görüldü.
Böylece insanlık tarihinde adım adım hürriyet fikri gelişti; bu da bilimin gelişmesini hızlandırdı.
Isaac Asimov’un “Bilim ve Buluşlar Tarihi” adlı eserinde yazdığına göre, 16. Yüzyılla 17. Yüzyıl sonuna kadarki 250 yıl içinde yapılan belli başlı buluşların sayısı 143’ten ibarettir. Ama 20. Yüzyıl içindeki belli başlı buluşların sayısı 642’dir.
İki buçuk asırda 143 buluş.
Son yüzyıl içinde 642 buluş!
Tabii hem üniversite ve enstitülerde bilim üretimi hızlandığı için hem hürriyet ve demokrasi fikri, üniversite özerkliği gibi değerler geliştiği için…
Çağımızda buluşlar artık sayılamayacak kadar artmıştır; tıptan tarıma, uzay bilimlerine, fiziğe, kimyaya kadar…
BİLİME YATIRIM
Elbette otoriter rejimlerde de bilim gelişebilir fakat hilkat garibesi doğumlar gibi sakat olarak ve bir süre sonra çökmek üzere. Sovyet bilimi elbette görkemliydi ama muazzam ödeneklerle uzaya giden Sovyet bilimi, halkını doyuracak üretimleri yapamayacak, neticede sistem çökecekti.
Bugün, bütün Uzak Doğu’da olduğu gibi Çin’de de bilim gelişiyor; hem de çok başarılı… Fakat bilimsel eğitim yaygınlaştıkça Çin’de de özgürlük ihtiyacı ve rejimin ideolojik hurafelerine tepkiler artıyor.
Akademik performans ölçümü yapan URAP kurumunun Koordinatörü Prof. Ural Akbulut’un bugünkü Karar’da söylediğine göre, Araştırma-Geliştirme çalışmalarına Çin milli gelirin yüzde 2.1’ini ayırıyor, demokratik Güney Kore’de bu oran yüzde 4.29’dur.
Bizde hiçbir dönemde yüzde 1’i aşmadı. İktidar bu oranı 2018 yılında 1.8’e çıkarmayı vaad etmişti.
Şimdi 11. Kalkınma Planında 2013’te bu hedefi vaad ediyor. Çoktan bu yapılmalıydı.
Uzun vadede sonuç verecek Ar-Ge gibi yatırımlar yerine kısa vadede oy getirecek tüketim ve rant politikaları bütün iktidarlara cazip geldi.
HUKUK VE BİLİM
17 yılda 109 üniversite daha açtık, şehirler, kasabalar sevindi. Öğrenciler iş güç sahibi olacağız diye umutlandı. Yüksek öğretimdeki öğrenci sayısı Almanya’da 3 milyondur, Türkiye’de yeni üniversitelerle 7 milyona çıktı!
Prof. Kemal Gözler’e göre, bizde üniversite öğrencisi sayısı 4.6 kat, ama profesör sayısı ancak 2.9 kat arttı. Doçentlik, profesörlük sınavları kolaylaştırıldı; bu da kaliteyi olumsuz etkiledi…
Alman üniversitelerinde bir öğretim elemanı 12 öğrenciye, bizde bir öğretim elemanı 46 öğrenciye ders veriyor! Laboratuvar, öğrenim teknolojisi ve öğretim üyesi kadrolarının ortama kalitesi ayrı bir sorun ve bu alanlarda bizde kalite kaybı var.
Bu konuda Prof. Kemal Gözler’in “Akademinin değersizleştirilmesi üzerine” başlıkla fevkalade önemli yazısını mutlaka okuyunuz.
Evet, Üniversite sayımızı 17 yılda 93’ten 202’ye çıkardık ama bilimsel yayın indekslerinde bizim çok gerimizde olan İran, 2010 yılında bize yetişti ve önümüze geçti!
Ama siyasette kimse bunu sorgulamadı.
Netice, sanayinin gerektirdiği teknokratik kadroları yetiştiremedik, sanayimiz rekabet gücü kazanamadı. Bu gerçeklerin hepsi iktidarın Haziran 2019’da çıkardığı 11. Kalkınma Planı’nda da yazıyor.
Türkiye’nin geleceği için hukukun ve bilimin en ileri düzeylere çıkması lazımdır.
Demokrasilerde bu iki yüksek değeri savunacak bilinçli ve etkin bir kamuoyu olmalı, bu iki konu hiç gündemden düşmemelidir.