Toprağımız gibi entelektüel çölümüz de yağmura hasret

Türkiye entelektüel anlamda bir çöl. Hem de öyle bir çöl ki gelecek bir yağmurla da yeşerecek gibi değil. Hâlbuki en ıssız ve kuru çöller bile küçük bir yağmurda nice güzellikler sunabiliyor.

Tek tek yetiştirdiğimiz entelektüel zihinlerimizde maalesef hayatları boyunca gerçek anlamda kadir kıymet göremeden göçüp gidiyorlar. Onlara bakıp içinde gerçek bir entelektüel olma cevheri taşıyanlar da ya cesaretsizlik denizinde kaybolup gidiyor ya da havaya uyup iyi bir ideolog olmaktan öteye geçemiyorlar.

Bizde, kimse içinde yaşadığı mahalleden, konfor sahasından dışarı çıkamıyor çünkü çıkmaya kalktığı anda onu hem içinden çıktığı cenahta hem de kendisinden görmeyenler arasında bir kaşık suda boğmaya hazır birçok hasım çıkıveriyor.

Çünkü bizde bırakın entelektüeli, namuslu bir fikir işçisini dahi koruyup kollayacak hemen hiçbir mekanizma yok. Hayatta kalabilmeniz çölde sığındığınız vahanın sahiplerinin hoşuna gidip gitmemenize, sizi taşıyıp taşıyamayacaklarına bağlı… Bir anda kendinizi vahadan atılmış ve çölde aç susuz bulabilirsiniz. Size verilen destek ve özgürlük sadece gücü elinde tutanların izin verdiği kadar olabilir, daha fazlası olamaz.

Tarihimizin her dönemi her kesimden bu şekilde budanmış insanlarımızla dolu.

Yıllar önce tanıdığım ve cesaretlerine hayranlık duyduğum birkaç isim Türkiye’de sürekli değişen konjonktürde kendilerini birkaç partinin daveti ile milletvekili adayı olarak bulmuşlardı. Üstelik hepsi de seçilebilecekleri yerlerden adaydı ve seçildiler. Bu arkadaşların bir kaçı ile yaptığım birebir görüşmede hepsi “Bağımsız hareket edeceklerini ve inandıkları gibi davranacaklarını söylemişlerdi” bende onlara “Orada siz, asla kendiniz olamazsınız çünkü o yapı size izin vermez ve siz sadece hayal görüyorsunuz” demiştim. Şahsıma gelen teklifi de sırf bu sebeple yokuşa sürmüştüm ve doğal olarak tekliflerini geri çektiler.

Nitekim zaman beni yanıltmadı, bu arkadaşların bir iki çıkış denemeleri olabildi sadece. Dönüp dolaşıp egemen söyleme teslim olmak zorunda kaldılar. Çünkü onları kendileri olarak destekleyecek ve ayakta tutacak hiçbir güç yoktu.

Bu durum siyasette böyle de fikir dünyasında farklı mı?

Hiç de farklı değil. Genel kabul edilmiş doğruların dışına çıkmak çok güç. İster resmi ideolojiyi destekleyin isterseniz yalan söyleyen tarih utansın diyenlerden olun fark etmiyor. İkisinin arasında birini diğerine tercih etmeden kendinize bir yer belirlemeniz mümkün değil.

Mümkün olmadığı için de fikir üretemiyor hala eskilerin usulü ile aynı fikirleri şerh edip duruyor ama yeni bir kapı açmaya korkuyoruz.

Mesela dinle ilgili bir mevzu ortaya çıktığında hemen herkesten aynı tepki yükseliyor “1400 yıldır kimse görmedi de bir sen/siz mi gördünüz?”

Mantıklı gibi görünse de tam bir saçmalık bu cümle, çünkü 1400 senedir o kadar çok şey konuşulmuş ve farklı görüşler ortaya çıkmış ki şaşarsınız ama biz bize öğretileni-kabul ettirileni mutlak doğru sandığımız için tüm geçmişin de öyle düşündüğünü sanıyoruz.

Halbuki İslam tarihinde ortaya çıkan mezheplerin sayılarına bile baksak durumun öyle olmadığını anlarız ama bunu anlamak için biraz analitik düşünce yetisine sahip olmak lazım o da bizde çok yok.

Tarih’te böyle bizde maalesef. Kendimiz inşa ettiğimiz ne kadar tabu varsa bunu gerçek sanıyoruz.

Buna aykırı ne varsa kafadan red ediyoruz.

Yıllar önce gençlik cesareti ile bir hocamıza çok sert çıkmıştım. Katıldığımız bir konferansta şuna benzer bir cümle kurmuştu: “Ben falanca dönem ile ilgili bir kitap yazdım ve bize yutturulan tüm yalanları belgeleri ile ortaya koyup gerçekleri yazdım. Bu kitabımı bir kasaya koydum. Çocuklarıma da vasiyet ettim ben öldükten sonra yayınlasınlar.”

Bense madem öyle şimdi niye yayınlamıyorsunuz, bu entelektüel namusa yakışır mı vs. bir sürü laf saymıştım.

Hocanın kitabını görmediğim için neyi doğrulayıp, neyi yanlışladığını bilemiyorum ama bugün geldiğim noktada anladığım şu: Hakikatin peşinde koşmak ya da farklı bir fikir ortaya koymaya çalışmak bu topraklarda ekmeksiz kalmak anlamına gelebiliyor. O da maalesef entelektüel cevhere sahip insanları ya ikiyüzlü yapıyor ya da inzivaya çekilip etliye sütlüye karışmadan yaşam mücadelesine mahkum ediyor. Biraz cesaretli olanlara ise orantısız güç uygulayarak eziyoruz.

İsmail Beşikçi ile yaptığım bir röportajı mekanında yapmamıza izin veren –siyaseten hiçbir ortak noktası olmayan- bir büyüğüm Beşikçi’nin savunduklarından bağımsız şöyle demişti “Ben devleti yöneten akıl olsam sırf bana göremediklerimi gösterdiği için bu adamı ve benzerlerini koruma altına alıp özgürce yazmalarını sağlardım” demişti.

Hani büyük devlet olmak diyoruz ya; sadece hoşumuza gidenleri söyleyenlere kulak kabartarak büyük devlet olunmuyor.

Neyse biz çölümüzde mutluyuz, yağmur yağmasa da olur!..

YORUMLAR (15)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
15 Yorum