Yapmadan Olmak Olmaz

Küçük çocuk gördük mü sorarız: "Büyüyünce ne olacaksın?"

Bu soru yanlış bir sorudur.

Çocuğa büyüyünce “ne olmak istediğini” değil, “ne yapmak istediğini” sormak gerekir.

Olmak pasif bir eylemdir. Öznesinin çabası olmadan dış faktörlere, özellikle de zamanın akıp geçmesine bağlı olarak gerçekleşir.

Kavun olur, karpuz olur, kızılcıklar olur, yemek olur, yaz olur, tatil olur ama insan “olmaz”!

İnsanı insan yapan “yaptıklarıdır”.

Ama pek çok insanımız, “olmanın”, emekle değil beklemekle ilgili bir mevzu olduğuna inanır.

Bir eğitim fakültesini bitirip biraz da atanma için beklersen öğretmen olursun.

Harp okuluna girip bir arıza çıkarmadan yeteri kadar beklersen komutan olursun.

Üniversitede kadro aldıktan sonra suya sabuna dokunmadan beklersen profesör olursun.

Devlette bir işe kapağı atabilirsen, bir şey yapmana gerek yoktur, beklersen müdür olursun.

Kimse senin ne yaptığını merak etmez!

Kafamızdaki insan tasavvuru, bir ucunda “olmak” diğer ucunda “yapmak” olan bir skalada kendimize seçtiğimiz yere göre şekillenir.

Bugün yaşadığımız pek çok problemin temelinde, kendimize “yapmaktan” çok uzak, “olmaya” pek yakın bir yer seçmiş olmamız yatmaktadır.

Kıymetli olan, beklemenin değil bir şeyler yapmanın neticesinde gerçekleşen oluştur.

Kur’an, insan için sa'yından (çabasından, yapıp ettiklerinden) başka bir şey olmadığını söyler.

Ülkemizdeki yaygın inanca göre ise Müslüman “olmak” için kelime-i şehadet cümlesini söyleyivermenin ötesinde bir şey “yapmak” lüzumsuzdur.

Âdil olmasak da, haksızlıklara ses çıkarmasak da, muhtacın, mazlumun, yetimin yardımına koşmasak da Müslüman “oluşumuza” bir halel gelmeyeceğini düşünürüz.

Yalan söylesek de, hırsızlık yapsak da, rüşvet alsak da, cinayet işlesek de, tastamam Müslüman kalabileceğimize inanırız.

Halbuki Kur'an-ı Kerim'de yüzü aşkın ayette “inanmak”salih amel” işlemekle, yani iyi ve doğru şeyleri “yapmakla” beraber anılır.

Kuru kuruya inanmak (olmak) yetmez, gerçekten inanmanın göstergesi o inanç doğrusunda ameller işlemek, yani “yapmaktır”.

Olan ve yapan arasında çok fark vardır:

Olan, edilgendir, yapan etken.

Olan, tüketicidir, yapan üretici.

Olan, geçmişe ve âna odaklanır, yapan ise daha çok geleceğe.

Olan, güven ve teslimiyeti tercih eder, konformisttir, yapan ise şüpheci ve sorgulayıcıdır.

Olan, olabildiğince hareketsiz kalmaya çalışır, yapan her daim koşuşturma halinde ve meşguldür.

Olan, kendisine lütfedilmiş, ne zaman kesileceğini bilemediği kaynaktan bir şeyler akarken “biriktirme” derdindedir. Yapan, bileğinin hakkıyla kazandığını doğru yerlere “harcama” peşinde.

Olan, hazırlık, plan, proje yapmaya gerek görmez, yapan, planlı ve organize olmaya çalışır.

Olan, yavaştır, kararsızdır, aheste hareket eder, aheste düşünür. Yapanın zamanı kıymetlidir, çabuk karar verir, hızlı hareket eder, seri düşünür.

Olan, pasifisttir, sürekli sabırdan dem vurur, yapan aktivisttir, gayreti ve sebatı savunur.

Bizde bir şey “olmanın” bir şey “yapmaktan” çok daha önemli sayılır hale gelmesinin ardında kültürel, ekonomik, sosyolojik ve psikolojik sebepler var.

“Olmayı” böyle kutsamamızın temel sebebi aslında “yapamıyor” olmamız.

Yani yaptıklarımızla var olamıyor olmamız…

Asırlardır, yepyeni şeyler yaparak yepyeni ufuklara yelken açan “gavurları” biraz haset biraz hayranlıkla izliyoruz.

Onlar gibi yapmak istesek de üzerimize atılmış ölü toprağını bir türlü silkeleyemiyoruz.

Ardında hür irade olan her harekete, her kımıldanışa kuşku ve korkuyla baktığımız, statükoyu sürdürmeyi hayatımızın yegâne gayesi olarak bildiğimiz sürece hiçbir şey “yapamayacağımızı” kabul etmek istemiyoruz!

Değişimden korktuğumuz için tüm hikmeti zaten elimizde mevcut olanda arıyoruz.

İçinde debelenip durduğumuz çukurdan bu kafayla çıkamayız!

Doğru olanı “yapanları” ödüllendiren, hiçbir şey yapmadan “olmayı” bekleyenlerin beklentilerini boşa çıkaran bir yönetim anlayışını benimsememiz lazım.

Çocuklarımıza “yapmayı”, “yaptıklarıyla var olmayı” öğretmemiz lazım.

Onları yapmaya teşvik etmemiz, bir şey yapmaya giriştikleri zaman da anlamsız korkularımızla karşılarına dikilmekten vazgeçmemiz lazım.

YORUMLAR (9)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
9 Yorum
  • Adil Güler / 28 Aralık 2024 18:55

    Allah RESULUNE ...sen müminlere hatırlat. And oslun ki hatırlatma Müminlere fayda sağlar... Diye bende
    Hatırlatırım ( acizane )

    Yanıtla (0) (0)
  • Özay POLATOĞLU / 28 Aralık 2024 17:50

    Hocam, çok uzun zamandır bu kadar faydalı bir tespit yazısı okumamıştım. Sizin yazılarınızı okurken kendimi üniversitede anfide buluyorum. Kaleminiz keskin olsun! Esen kalın...

    Yanıtla (3) (1)
  • Erdinç Demiral / 28 Aralık 2024 12:55

    Yazınız için teşekkürler bu düşüncelere katılmamak imkansız ama günümüzde hiç bir önemi yok

    Yanıtla (4) (0)
  • Orhan Ercan / 28 Aralık 2024 12:47

    En öğretici yazı.Buna şapka çıkarılır.Dan,dan vuruyor değerli yazarımız.Herkes ama herkes okumalı.Sayın yazarımıza sağlık lı yaşam diler,yeni yılını kutlarım.

    Yanıtla (5) (0)
  • karar okuru / 28 Aralık 2024 11:29

    'Olmak' biraz da görünmek ile ilgili. iyi bir görüntü veren Müslümanı uyuşturucuda satsa, yolsuzlukta-hırsızlıkta yapsa kimse dönüp bakmıyor. çünkü 'olmuş' kabul ediliyor. bir başka sorun. 'Salih amel' işleyenler eğer Müslüman görünmüyorlarsa kıymeti olmuyor.

    Yanıtla (2) (0)
  • okur / 28 Aralık 2024 10:44

    Teşekkürler!

    Ömrümüzün sonunda yaşadığımız bu paradoksu aşmak zor. Çünkü doğuştan var olan istidatlarımızın ekseriyetini, "olmak" için körelttik.
    Hesapsız (vekalet alıp, sonra kendi heva ve hevesini putlaştıran), kitapsız (değer yargısı olmayan, yalancı, münafık, ahlaksız) ve namussuz (hukuksuz) "yapanların " kutsandığı bir mekanda, doğa yürüyüşü yapmaktan öte bir seçeneğimiz kalmadı...

    Yanıtla (3) (0)
  • o aslan / 28 Aralık 2024 10:30

    Felsefe sosyoloji okumamış diyalektik okumamış toplumlara böyle yazılar ağır gelir onun için okumak istemezler

    Yanıtla (7) (0)
  • Dr / 28 Aralık 2024 10:02

    Kainatta tanrıyı en iyi ve yakından tanıyanların başında şeytan gelir. Tüm kanunlarını bilir. Fakat uygulamaz. Müslümanlar da aynı durumda.

    Yanıtla (4) (0)
  • Mutlu Yücel. / 28 Aralık 2024 06:04

    Mesele budur,olmak ve yapmak.Bizler hep, memur olup kravat takmak özlemiyle büyütüldük.Çünkü düzenimiz böyle kurgulandı.Çünkü devlet dairelerinde,halka yukardan bakıp emir verenlerin,döven öğretmenin daha makbul olduğu düşündü.Ve onlar,şikayet karşısında 657 sayilı yasa ile de korundu.AKP en halkcı olduğu ilk yıllarda bu maddeyi kaldırmaya yöneldi ama kendi yandaşını,zırhsız, savunmasız bırakma korkusuyla o da vaz geçti.Üretmek için teşviki,bilgisi,birikimi olmayan düzenlerde,olmak hedeflenir.

    Yanıtla (2) (0)