Whataboutism
Soğuk savaş yılları... Amerikalılar, Rusları ülkelerine dâvet eder ve çok övündükleri ışıltılı tesislerini, Disneyland’ı, tıkır tıkır işleyen fabrikalarını gezdirirler.
Sovyet yönetimi bu meydan okumanın altında kalmamak için Amerikalıları Moskova’ya dâvet eder ve meşhur, şatafatlı yapılarını, kurumlarını Amerikalı misafirlerine gösterirler: Kremlin... Moskova devlet sirki... Ve sonunda Moskova metrosu... Rus mihmandar, kalkan treni göstererek,“Biz dakikliğe hayati önem veririz” der ve ekler: “Gördüğünüz gibi tren yeni kalktı, bundan tam altı dakika on üç saniye sonra bir sonraki tren platformda olacak.”
Hepsi birden beklemeye başlarlar... Altı dakika on üç saniye geçer, tren gelmez... Yedi dakika, on dakika, yirmi dakika geçer, tren gelmez... Amerikalıların birbirlerine bakıp gülümsediklerin gören Rus mihmandar, telaşla şöyle der:
l “Ama siz de zencileri linç ettiniz, Kızılderilileri öldürdünüz! Ondan ne haber?”
Bu fıkrayı komik kılan, Rus mihmandarın yaptığı mantık hatası veya safsata (kıyas-ı batıl, fallacy).
Bu safsata “Argumentatum ad hominem tu quoque”, ya da kısaca “tu quoque” olarak isimlendiriliyor. “Tu kuok” diye okunuyor. Türkçeye “sen de safsatası” olarak çevriliyor.
Bir tartışmada karşımızdaki kişinin ileri sürdüğü argümanın, kendi tutum ve davranışlarıyla, geçmişte yaptıklarıyla uyuşmamasından dolayı geçersiz olduğunu ileri sürdüğümüzde, bu mantık hatasına düşmüş oluyoruz.
Whataboutism (yahut diğer ismiyle whataboutery), muarızımızın ileri sürdüğü argümanları doğrudan çürütmeden, o argümanlara cevaplar üretmeden, muarızımızı ikiyüzlülükle suçlayarak gözden düşürmeye çalışmayı tanımlayan “tu quoque” safsatasının bir çeşidi.
Yaptığımızı savunamayınca saldırıya geçmek, muarızımızın iki yüzlü olduğunu ortaya koymak, tartışmada bizi rahatlatıyor. Muarızlarımızın ve tartışmayı takip edenlerin dikkatini orijinal eleştirilerinden uzaklaştırmak için saptırıcı bir taktik olarak da işe yarıyor. Ama savunduğumuz fikrin doğruluğunu veya karşı argümanın yanlışlığını göstermiyor.
Kimse ahlaken kusursuz değil! Ama bu, kimsenin kimseyi eleştiremeyeceği, ikaz edemeyeceği anlamına gelmiyor.
Whataboutism safsatasını daha iyi anlatabilmek için örnekler verelim:
- Senin, parasını ödemediğin bir ürünle marketten çıktığını gördüm. Bu yaptığın hırsızlıktır.
- Ne olmuş? Geçen sene ben de seni pazardan çalarken görmüştüm.
Bu durumda ikinci kişi, ilkinin ikiyüzlülüğü konusunda haklı olsa bile ilk kişinin argümanı yanlış olur mu? İlkinin hırsız olması ikinciye hırsız olma hakkı verir mi? Hayır!
- Neden kırmızı ışıklarda durmuyorsun? Trafik kurallarına riayet etmelisin.
- Sen de sürerken kırmızı ışıkta durmuyorsun! Beni uyarmaya hakkın yok!
İlk kişinin kendisi kırmızı ışıklara uymazken diğerine uy demesi tutarsızlığını gösterir ama söylediğini yanlış yapar mı? Hayır! Kırmızı ışıkta geçmek -başkaları ne yaparsa yapsın- yanlıştır.
- Filanca siyasetçi yolsuzluk yaparak büyük servet sahibi oldu. Bu kabul edilemez.
- Evet ama imkân bulan başka siyasetçiler de yolsuzluk yapıyor!
Bir hatayı birçok kimsenin yapması diğerlerinin de o hatayı yapmasını meşru kılar mı? Hayır!
- Türkiye İsrail’i, Filistin’deki insan hakkı ihlallerinden dolayı kınamış.
- Türkiye önce kendi insan hakkı ihlallerine baksın, sonra başkalarını kınasın.
Türkiye, başka ülkelerde kınadığı insan hakkı ihlallerini kendisi yapıyorsa evet bu yaptığı mürailik olur. Ama Türkiye’nin -ya da başka bir devletin- mürailiği, diğer ülkelerin zulmüne meşruiyet kazandırır mı? Yaptıklarını normalleştirir mi? Elbette hayır!
Whataboutism, hatası tespit edilen mücrimlerin “ama filanca da / beni eleştiren de aynısını yapmıştı/yapıyor” diyerek kurtulmaya, üste çıkmaya çabalamasıdır.
Düşmanınızın zalimliği size aynı zulümleri yapabilmeniz için bir kapı aralamaz.
Rakiplerinizin ahlaksızlık yapması sizin ahlaksızlık yapmanıza bir mazeret üretmez.
Birçok kimsenin yalan söylemesi, hile yapması, rüşvet alması, rüşvet vermesi, torpil yapması, zimmetine para geçirmesi, çalıp çırpması, bunları sizin de yapabileceğiniz anlamına gelmez.