TÜGVA, vakıf, gelenek...
Bir süredir bazı vakıflar hakkında, birkaç günden beri de TÜGVA’ya Büyükada İskelesi’nde düşük bedelle kiralanan yerle ilgili spekülasyonlar bitmiyor. Özellikle büyükşehir belediyelerinin muhalefete geçmesiyle birlikte önceki dönemde sağlanan bazı imkanlar tartışma konusu oluyor. Kim haklı kim haksız sorusunun cevabı bir yana, kamu imkanlarını kullanmanın doğal olarak bu vakıflara karşı bir antipati oluşturduğu da görülüyor.
Konu artık bir sivil toplum meselesi olmaktan çıkmış bulunuyor. Bu bir problem… Vakfın böylesi kriz zamanlarında kendisini yeterince iyi ve ikna edici şekilde savunamaması da başka problem…
Vakıfçılık, bu kurumların tabiatı gereği en az tartışma konusu olması gereken ve kamuoyu nezdinde soru işareti uyandırmaması gereken bir faaliyettir. Yaptıkları çoğu kez toplum yararına hizmet işidir ve yüksek hassasiyet gerektirir. Büyükada olayı bütün bu prensip ve hassasiyetlerin ötesine geçen fazlasıyla politikleşen bir seyir izledi ve açıkçası işin tadı da kaçtı. TÜGVA’nın, Büyükşehir Belediyesi’nin girişimine hatta kanunlar çerçevesinde mahkeme kararına direnmesinde bir beis yok elbette ama kamuoyunun kanaati diye güçlü bir faktör de var. Vakıf faaliyetinin illa kamu kaynakları veya imkanlarıyla yapılması gerekmiyor. Hatta çok zaruri durumlar ve kamu yararına olduğu bariz projeler olmadığı müddetçe özellikle bu imkanların kullanılmaması gerekiyor. Vakfı kuranların ve hayırseverlerin maddi gücüne dayanmak; zaman içinde yeni projelerle imkanları geliştirmek en uygun yoldur.
Yakın geçmişe kadar, muhafazakar ve mütedeyyin gelenekte vakıf ve dernek faaliyetleri hep böyle yapıldı. Bu gelenek, dişinden tırnağından artıran, bir hayali olan, iyiliksever gerçek hayırseverlerin omuzlarında yükseldi. İmkanlar çok yetersizdi ama bu yolla gayet başarılı ve hayırlı hizmetlere imza atıldı. İktidarların, belediyelerin desteği olmadan; hatta devletin baskısı altında ve engellemelere rağmen çok değerli hizmetler ifa edildi. Şimdi imkanlar çok çok genişledi ve birçok vakfın bütçesi artık hayırseverlerin dişinden tırnağından artırdığı bağışların ötesine geçti. Buna da laf yok. Devir değişti, ölçek büyüdü, kabul. Daha fazla imkanlarla daha büyük işler yapmak isteyenlere mani yoktur. Ama illa kamu imkanları ve kaynaklarında ısrar etmenin lüzumu da yoktur. Belediye istemiyorsa, mahkeme de karar vermişse vakfın ve vakıfçılığın itibarını sarsmak doğru bir tavır değildir. TÜGVA da bu hassasiyeti göstermelidir. O binayı iade edip, çıkmalıdır. Bir şey kaybetmez, aksine prestij kazanır. Benzer durumda olan vakıf ve dernekler de toplum nezdinde kamu imkanlarına yaslanma yaftasını takmak yerine kendi projeleri ve doğal destekçi çevresine dayanmayı tercih etmelidir. Bu bir gurur meselesi değildir; bilakis gururlu davranış soru işaretlerinden uzak durmakla olur.
Vakıf faaliyetleri toplumun kafasını karıştıran, haksızlık, hukuksuzluk, ayrımcılık hissi uyandıran işlemleri kategorik olarak reddetmeyi gerektirir. Buna, en ziyade vakıf yönetimleri dikkat etmek zorundadır. Bazı işlerin, yapılan çalışmaların ötesinde sembol değer taşıdığı da akıldan çıkarılmamalıdır.