NATO neden ayakta kalmaya devam eder?
Bir kez daha görüldü ki uluslararası sistem kafasına koyduğu yolda yürüyüp gidiyor. Londra’daki NATO zirvesi de bu yürüyüşün gücünü gösterdi. Sovyetler Birliği’nin yıkılışından itibaren bitmeyen ittifakın geleceğine ilişkin tartışmalar bir kez daha tekrarlandı tekrarlanmasına ama kimsenin NATO’dan daha iyi bir seçeneği olmayınca bir yere de varamadı. Koltuğa oturduğu günden beri NATO’ya söylemediğini bırakmayan ABD Başkanı Trump bile, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “beyin ölümü” şoku karşısında birden NATO’cu olup çıktı. Macron da maksadının aslında ittifakı güçlendirmek olduğunu söyleyince eski tas eski hamam düzeni paçayı kurtardı.
O kadar ki krizler zirvesi beklentisine rağmen Baltık ve Polonya savunma planı kolaylıkla kabul edildi. Böylelikle Türkiye’nin plana karşı YPG’nin terör örgütü olarak kabul edilmesi gerekçesiyle koyduğu vetoyu sessiz sedasız kaldırdığını da öğrendik. Yakın tarihin gösterdiği gibi bu işler hep böyle olur. Şimdi de böyle oldu, gelecekte de olacak budur. NATO kafasına koyduğunu bir şekilde yapıyor, görüntüyü kurtarıyor.
Nitekim, ittifakın neredeyse tek varlık sebebi olan Rusya tehdidi ortadayken; yani aktif olmasa da potansiyel olarak yaşamaya devam ederken, farklı sesler çıksa bile kimse NATO’yu dağıtmayı göze alamayacaktır. Böyle bir ihtimal olsaydı, SSCB yıkılırken 15 üyeli olan birlik bugün 28 üyeye çıkmazdı. Sovyetlerden sonra NATO artık çevre sorunlarıyla uğraşır, denildiği ortamda üye sayısı neredeyse iki katına çıktı. Avrupa’nın daha fazla güvenlik ve bunun için de daha fazla dayanışma tercihi belirleyici her şartta olmaya devam ediyor.
Buna rağmen NATO birçok uluslararası sorunda pasif ve beceriksiz bir kurum olarak da nam salıyor. Bosna ve Kosova krizlerinden sonra Türkiye’nin YPG probleminde de eli ayağına dolandı. Muhtemelen bundan sonra da benzer nitelikteki problemlerde aynı beceriksizliğe şahit olacağız. Hızlı hareket eden, krizi bastıran veya daha çıkmadan önleyen bir ittifak temposu beklemek hayaldir. Neticede, NATO’yu oluşturan ülkelerin özelikle önde gelenleri farklı siyasi hedeflere sahipler ve bir üye ülke kelimemin tam anlamıyla saldırıya ve işgale uğramadığı müddetçe o meşhur 5’inci madde durduğu yerde tozlanmaya devam edecektir. Bir NATO üyesi ülkeye kağıt üstünde saldırma ihtimali olan tek güç Rusya da yerinde kaldıkça, ittifak o kötü gün gelir hesabıyla ayakta kalacaktır. Kısacası, Rusya var oldukça, NATO da var olacaktır.
Bununla birlikte Rusya özellikle Putin döneminde NATO’yu ve Batı ittifakının prestijini sarsabileceği kadar sarsmayı başardı. Gürcistan, Kırım ve en son da Suriye’de her ne istiyorsa yaptı ve muhataplarının çaresiz sessizliğini keyifle izledi. Yani, elinin altında bir Varşova Paktı bulunmayan Rusya’nın uluslararası sahada aldığı mesafe NATO’yla kıyaslanmayacak kadar büyük ve değerlidir.
Bu tabloda. Macron dahil NATO’nun daha güçlü olmasını önerenler ve umanların dediği olursa bundan Türkiye de istifade edebilir. Krizlere karşı aktif olunması ve teröre karşı önleyici bir mekanizma geliştirilmesi, ittifakın en güçlü üyelerinden birisi olmamız ve coğrafi konumumuz nedeniyle en çok bizim işimize yarayacaktır. Yeter ki gerçekten ne istediğimize karar verebilelim.