Şeyler
Neyler ve niçin?
Herkese göre değişen sayısız durum içinden sayısız şey ve yine herkese göre cevabı değişen bir çünküler ormanı.
Ormanda dolaşıyoruz bin yıllardır.
Bazan savaş ormanı, bazan sanat, bazan beton, bazan şiir, bazan hukuk, bazan siyaset, bazan da düpedüz orman.
Kimimizin elinde baltalar deviriyoruz çamları. Kimimizin elinde fidan toprak arıyoruz.
Kiminin zararı yok kimseye kendinden başka, yine de eşsiz zulümlere uğruyor. Dudağından çıkan ve hiç duyulmayan bir ah’ı duyan duyuyor. Gereği belleniyor.
Kimi eşsiz zâlimliklerini işleme süresi er-geç bitince gidiyor kaçınılmaz yere ve bekliyor olacağı yararsız pişmanlıkla.
Kimi umarsız, kimi yampiri, kimi taklalar atarak, kimi yuvarlanarak geçip gidiyor sahneden.
Ekselansları da var, majesteleri de. Kurum kurum kurularak geçip gidiyor onlar da.
Âcizler, güçsüzler, hastalar, bitkinler de geçiyor geçmesi gerektiği gibi.
Somurtanlar, gülenler, can sıkanlar, mütebessimler, can yakanlar, çayır çimen kelebekleri, nazeninler, fettanlar, müeddepler, mürebbîler, iflah olmazlar, yerinde durmazlar, hiç kımıldamazlar da geçiyor beşer onar.
Kubbede hoş sadâ bırakanlar, kubbeyi yıkanlar, kubbeyi yere koyanlar, kuyuya inenler, minareye çıkanlar, minareden atıp aşağıda tutanlar, söğüt dalına yuva yapan mandalar, canı kaymak isteyenin cebinde taşınan mandalar, erken öten ibibikler, aheste yol alan tavşanlar, şapkadan çıka kaplumbağalar…
Sonra birden bir sayha mı?
Küçük kıyametler için küçük sayhalar.
Küçük kafalar için karamela sepetleri.
Ceberrut da olsan ferahfeza bir kase-i dilhun da olsa bitiyor işte nefes.
Bâkî olanın hükmü icrâ oluyor daima. Baba erenlerin deyişiyle hep O’nun dediği oluyor.
Bir efsane söyleniyor ve uykuya dalınıyor hep.
Neden/çünkü.
Böyle gelmiş böyle gider. Kafaya taksan da takmasan da. Kendi ayaklarına takılsan da, kanatlanıp uçsan da. Âkibet mâlum.
Neylermiş? Şeylermiş.
Neymiş? Buymuş.
Mukadder olan etmesin mükedder. İllâ Hû.
YİRMİ BEŞ KURUŞ’UN HİKAYESİ
Seferberliğin ilânıyla beraber, Ayvalık’taki 9. Tümen’e bağlı 23. Alay ağırlıklarıyla birlikte Soma’ya gelerek, trenle Bandırma üzerinden Tekirdağ’a sevk edildi. 23. Alay’ın Burhaniye’de bulunan bir piyade taburu, mesafenin daha kısa olacağı hesabıyla, Burhaniye–Edremit– Çanakkale yoluyla cepheye sevk edildi. Bu tabur yürüyüşe geçmeden önce, geçecekleri yollara yakın köylere, gönderdikleri çavuşlar vasıtasıyla, geçecekleri gün ve saat belirtilerek, köylülerden asker için yemek hazırlamalarını, misafir olarak geceleyecekleri yerleri hazırlamalarını istedi. Böylece yürüyüş sırasında, asker için iaşe ve ibate (yeme ve barınma) telaşından bir ölçüde kurtulmuş olunuyordu. Aynı şekilde, o yıllarda henüz bir köy olan Havran’a gelen çavuşlar, muhtardan kendilerine kaç kişilik, yemek ve yatak hazırlayabileceklerini sorunca. Muhtar;
“Burasının köy olduğuna bakmayın. Burası büyük bir köydür. Sizin
taburun hepsini ağırlayabiliriz, yedirir içiririz.. Merak etmeyin deyince askerler, köyden ayrıldı. Gerçekten de belirtilen günde Havranlılar, bir tabur askeri doyuracak kadar yemek hazırlamışlar, yatacak yerlerini hazırlamışlardı. Tabur Havran yakınlarına geldiğinde, Tabur Kumandanı, Edremit’in çok yakın olduğu ve çok daha büyük olduğunu düşünerek, Havran’a sadece bir bölük asker yollamıştı. Bir taburluk hazırlanan yemek, bir bölüğe göre çok çok fazla gelmiş, artmış, hattâ ertesi güne bile kalmıştı. Bir taburluk yatacak yer hazırlayan Havran Muhtarı, gelen askerleri sadece büyük evlere taksim ederek, küçük ve fakir evlere yük olmasın diye kimseyi göndermemişti. Bölük kumandanı şöyle anlatıyor:
“Ben her zaman, seferi durumlarda en geç yatar ve en erken kalkarım. Askerleri evlere dağıttıktan sonra, sokaklarda dolaşmaya başladım. Yavaş yavaş evlerin ışıkları sönüyordu. Asker yatmaya, uyumaya başlamıştı. Aydınlatma olmadığı için sokaklar zifiri karanlıktı. En son birkaç evde ışık kalmıştı. Onlar da sönünce ben de gidip yatacaktım. Sokakta, birden, iki büklüm, bastonuna dayanarak yürüyen, ihtiyar bir kadına rastladım. Neredeyse çarpışacaktık. Aklıma çeşit çeşit şeyler geldi. Kadına:
“Nene, sen bu saatte sokakta ne arıyorsun?” diye sordum.
“Evlatlarımı arıyorum… Oğullarımı arıyorum…”
“Kim senin evlâtların?”
“Dün bana muhtar, askerler gelecek, sana da misafir etmen için dokuz evlât vereceğim, dediydi… Onlara yataklar hazırladım… Yemekler hazırladım… Gelmediler… Onları arıyorum..”
Bir tabura göre hazırlık yapan muhtar, bir bölük asker gelince, ağırlık olmasın diye, bu ihtiyar nineye, misafir etmesi için asker yollamamış. O yıllarda, kadınların hiçbir sosyal güvenceleri yoktu. Kimsesiz kadınlar, çok zor durumda kalıyorlar, çok zor geçiniyorlardı. Hiçbir gelirleri olmayan, bu yaşlı ve yoksul insanlar, bazen zeytinler silkildikten sonra gidip yerlerde kalan zeytinleri toplayarak, biraz gelir elde etmeye çalışıyorlar, buna da “başakçılık” deniyordu. Bu nene de böyle birisi olduğu için, muhtar acımış, ona kimse göndermemişti. Ama nene büyük sevinç içinde dokuz kişilik yer hazırlamış, yiyecek hazırlamıştı. “Nenenin çok üzüleceğini anladığımdan, ışıkları henüz sönmemiş bir eve gidip, daha yatmamış olan dokuz askeri neneyle birlikte yolladım… Kadıncağız nasıl sevindi bir görseniz… Ertesi gün sabah erkenden bölüğü yol üzerinde topladım, yoklamayı yaptıktan sonra, tam yürüyüş emri verecekken, iki büklüm, yaşlı bir kadın, bastonuna dayanarak elinde bir torba yanıma geldi. Galiba akşam karşılaştığım nene idi.
“Kumandan oğlum, bu torbada, evdeki bütün zeytinleri ne varsa koydum. Üstüne de biraz çökeleğim vardı onu koydum… Bunları benim asker oğullarıma yedir emi…”
Almasam, nenenin çok üzüleceğini anladığımdan, çavuşlardan birine işaret edip, elindeki torbayı aldırdım. Nene bu sefer, sevinç içinde, avucunda sımsıkı tuttuğu bir mendili açtı. İçinden tek bir yirmi beş kuruş çıktı. Bana uzattı.
“Kumandan oğlum… biliyorum, çok az. Ama bütün param bu kadar… Bunu al, benim asker oğullarıma, hiç olmazsa bir çay içir, olur mu?..”
Şaşırdım..
Biliyordum ki, nenenin başka parası yoktu… Bütün servetini getirmişti. Yirmi beş kuruşu aldım. Kaldırarak bölüğe gösterdim..
“Bölük… Bakın neneniz, size bütün servetini bağışladı.. Bunu ona helâl ettirin..!” “Yürüyüş emrini verdim.. Nene arkamızdan el sallıyordu.. Bölüğüm.. O yirmi beş kuruşu helâl ettirdi… Yarısından çok fazlası Çanakkale’de, Gazze’de şehit oldu… Bu millet böyle bir millettir… Dün öyleydi… Kim ne derse desin, bugün de öyle…(TSKV org)
KEDİLER İÇİN
Başını okşayıp gittiklerimiz bilirsiniz bunun sürekli olmasını ister. Özellikle hayvanlar için bu işlem bir meditasyondur. Bir kedi başı okşanıp ardından karnının duyurulmasını ister. Sadece okşamak yetmiyor yani boşuna gelmiyor bu kedi peşinden. Yetersiziz! Yetemiyoruz sokak hayvanlarına. Mümkünse yedi mahalle nöbet listesi düzenleyip her gün sırayla kedilere mama vererek başlarını okşasın. En azından ultra iyilik hakkımızı haftada bir kullanalım.
Şey, unutmadan bir çocuk da başı okşandıktan sonra gıdıklanmak ister.