Saatler yavaş günler hızlı geçerken
Adalet yoksa kuşlar bile uçamaz.
Bir haksızlık, ister kişisel bir çıkar uğruna, isterse kutsal bir amaç için yapılsın, farketmez; haksızlık haksızlıktır.
Herhangi bir haksızlığa razı olmak ve haksızlık karşısında susmak ise insanı çürütür.
Toplumu da...
*
Kalbimiz derinlerde...
Bazan bir taş atarız kalbimize.
Oradan gelecek sesi beklerken, yıllar da geçebilir; saniyeler de.
Kalbinden gelecek sesi dinlemeden önce,
Eğil bir bak. Kalbin nerede? Kalbin nerede?
*
Evimiz kimin evine benziyor?
Kim çalıyor kapımızı?
En son kimin için bir tabak çorba çıktı bu evden?
Kim geldi evimize, kim oturdu soframıza?
Evimiz bir otele mi dönüştü yoksa? Bu mümkün...Çok mümkün.
*
Oruçlu iken ruh sürekli yükselir.
Ekmek ve su geride kalır.
Kızgınlık ve kin geride kalır.
Çiçekler çoğalır, selam içtenleşir.
“Ben” geride kalır ve O’na giderek yaklaştığımızı hissederiz.
Böyle olmuyorsa, “oruç” diye tuttuğumuz şeye daha yakından bakmak gerekmez mi?
*
Temel bir yanılgımız var;
Dünyada yalnızca kendimizin yaşadığını sanmak...
Kendimiz, doğruluğundan şüphe duymadığımız şeyleri sürekli anlatmak isterken,
Birini dinlemeyi çoğu defa zaman kaybı sayıyoruz.
Tam orada kaybediyor, tam orada istenmeyen adam oluyoruz.
Sonra, bazan bunun farkına bile varmadan yaşlanıyor, bu dünyadan uzaklaşıyoruz.
*
Biraz eğilir misin?
Eğil bak, çiçek bir şey söylüyor.
Biraz eğil, çocuk bir şey söylüyor.
Karıncaya kadar eğil, onu duy ve sonra göklere bak; gökler bir şey söylüyor.
Oklava gibi durma.
Eğil biraz, biraz eğil...
*
Hakikati arıyorsan üzerine başka türlü yağmurlar yağabilir.
Islanmak hoştur bu yağmurda.
Şemsiye istemezsin.
Tepeden tırnağa ıslanırsın ama gülümsemen eksilmez.
Hakikat masumdur ve bu masumiyet arayana da sirayet eder.
Bazan yağmurlarla, bazan yakıcı güneşle.
*
Canlılar içinde yiyeceğini dağıtan yalnızca insandır.
Ama sanki bu gerçeklik uzaya gitti.
Sanki herkes yiyeceğini dolaplara, depolara, dikenli tellerin arkasına sakladı.
Herkese yetecek kadar yiyecek var, ama dünya açlarla dolu.
İnsan, insanın engeli oldu.
Nasıl oldu?
Bu acımasız yabancılaşma, bu bencil vurdumduymazlık, bu kardeşini karanlıkta bırakma.
Arife tarif
Harlayalım koca kazanın altını ve katalım içine kayan yıldız tohumunu, bir çimdik pasta mumunu ve bir tutam dört yapraklı goncayı. Seyreylesin annesinin ona terlik pabuç aldığı böcek. Feda etsin dört nala koşanlar rüzgarlarını bu kazan uğruna. Haydi çevir kazanı ve dibi yanmasın. Zor oldu, aş pişti. İçenler gam ve kederden uzak dursun. Nazar edenler çirkine baktıklarında âma olsun. Koklayanlara kötü koku bir daha değmesin. Aşımız taşsın ama dökülmesin, yesinler ama eksilmesin, sıcak olsun ama ağız yakmasın.. Absürt olanı istiyoruz, olsun, bu aş ile her şey yoluna girecek gibi gibi.
Kırkların Hatırı
EyüpSultan’da Ramazan öncesi dergi fuarında liseli bir genç kardeşim standlarına davet edip bendenize bir kitap hediye etmiş ve gururla eklemişti: “Bu kitabı arkadaşlarımızla hep birlikte yazdık, her birimizin bir öyküsü var.”
Sonra kitabı okurken biraz şaşırdığımı itiraf edeyim. Büyük bir özen içinde yazılmıştı öyküler. 40 öyküden oluşan kitabın editörlüğünü Gökçen Kürtünlü yapmış, çizimler ise Sena Davut’a ait.
Kendilerini Güzelyurt Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi Yazar Ekibi olarak tanımlayan gençler, kitabın sonuna “kelime kuyumcusu” adını taşıyan bir bölüm eklemişler ve burada, öykülerde geçen 40 ayrı kelimenin açıklamalarını belirtmişler.
Zeynep Beder, Melike Beyza Çiçek, Ayşe Dilara Acar, Rümeysa Adeviye Kuzey, Elif Yurt, Sena Davut, Merve Telimen, Meryem Nur Parça, Eda Nur Ertel, Sümeyye Beyda Tura, Solmaz Keriöz, Ece Ayata, Esra Çelik, Gülberre Dönmez, Dilziba Abuliken, Elif Batur, Hayriye Samast, Esra Çelik, Ayşe Gül isimli genç yazarlarımızın öykülerinden oluşan kitapta, bazı imzalar birden fazla öykü ile katkıda bulunmuş.
Kimi öyküler çok dikkat çekici ama yer darlığı sebebiyle bunların tümünü alıntılamak imkânsız. Yine de tadımlık iki kısa alıntı yapmadan edemedim.
Merve Telimen’in, Derviş ve Ölüm başlığını taşıyan öyküsünden: “Kendisiyle savaş içinde olan yazar Meşa Selimoviç karakteriyle barıştı. Bu yüzden hayatını sarsan tüm olaylardan intikam alır gibi tutuşturdu Derviş’i. Önce dostum dediği, sonra kör değneğe sarılır gibi sarıldığı adama; dinî konularda kesin düşünce tarzını yıktığı için acıyan ama bu konulardaki anlamsız özgürlüğünü kıskanan bir dervişi kim ciddiye alırdı kı. Bu yüzden yolunu seçti. Yazar kendi ciddiye alınmayan durumlarını da bir (hamal) derviş olan Ahmet Nurettin’e yükleyecekti.” (…)
Esra Çelik’in Ceset Bekçisi isimli öyküsünden:
-Tanıyamadım sizi.
-Ben de tanıyamadım.
-Tanışmak için gelmediğiniz âşikâr o vakit?
-Buyur etseniz iyi olacak.
-Buyurun. (…)
Öykülerin kimi İslam coğrafyalarının derinliklerinde, kimi bir zihnin labirentlerinde, kimi de gündelik hayatın içinde ilerliyor. Dostum Sadettin Acar’ın artık herkesin bildiği hikâyesini ise kızı Ayşe Dilara Acar kaleme almış.
Okul yönetimini ve genç yazarlarımızı kutluyorum. Böyle başlıyor bazı şeyler.İleri!